Latin Amerika’nın tamamında kapsamlı ABD müdahalesi sürüyor. Bu müdahaleler yakın zaman içerisinde Brezilya başta olmak üzere kimi ülkelerde iktidarın ABD destekli sağcı hükümetlerin eline geçmesine yol açtı. Her ne kadar iktidar değişikliği yaşanan ülkelerde de mücadele devam etse de, ABD müdahalesine karşı en sert direnişin yaşandığı ülke Venezuela oldu. Hugo Chavez’in yerine geçen Nicolas Maduro, yaptığı kimi hatalara karşın ABD ve sermayenin giderek yoğunlaşan ekonomik sabotajına ve istikrarsızlaştırma hamlelerine giderek daha aktif yanıtlar vermeye başladı. Bu yılın 1 Mayıs’ında yeni bir Ulusal Kurucu Meclis için seçim yapılacağını ve anayasanın değiştirileceğini açıklayan Maduro, bu adımıyla mücadeleyi bir üst seviyeye taşıdı. Venezuela’ya karşı sürdürülmekte olan çok boyutlu müdahale, emperyalizmin gücünü gösterdiği kadar bu gücün sınırlarını da gösteriyor.
ULUSAL KURUCU MECLİS NE ANLAMA GELİYOR?
Hugo Chavez döneminde uygulanan kamulaştırma ve toplumsal reform hamleleri yoksulluk, eğitim, barınma ve sağlık başta olmak üzere pek çok başlıkta büyük iyileşmeler sağladı. Bu dönemde Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi ile işçi sınıfı arasında güçlü bağlar kuruldu. Her ne kadar Bolivarcı hareket kendisini “sosyalist” olarak tanımlasa da, Venezuela’nın özel sektöre karşı doğrudan cephe almadığı bilinen bir gerçek. Özel sektöre tanınan serbesti, pek çok temel ihtiyaç için sermayeye bağımlılığı doğuruyor. Ülkeyi emperyalist müdahaleye açık hale getiren bu bağımlılığın Bolivarcı yönetimin en önemli temel sorunu olduğu söylenebilir. Chavez’in yerine gelen Nicolas Maduro da bu durumun farkında ve bu sebeple iktidara geldiğinden beri “Bolivarcı devrimi radikalleştirmekten” bahsediyor. Ancak bu kolay bir adım değil, çünkü sınıf mücadelesinin canlı olduğu Venezuela, ABD destekli sağcı çeteler, “muhalefet” ve uluslararası sermaye ve anaakım medyanın saldırılarıyla karşı karşıya.
Maduro, Ulusal Kurucu Meclis’in neden gerekli olduğunu açıklarken, ülkede ABD destekli güçlere yanıt vermekte mevcut anayasanın yeterli olmadığına dikkat çekerek, ekonomi ve yargı meselesinin önemli yer tutacağı yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu vurguladı. Venezuela’nın mevcut anayasasına uygun olarak seçilen Ulusal Kurucu Meclis, bahsedilen anayasayı tasarlayacak ve bu anayasanın referandumda halk tarafından onaylanması gerekecek. Ulusal Kurucu Meclis’in seçileceğinin açıklanmasından itibaren yükselen saldırıların arkasında da bu anayasanın belirleyici rolü var. Çok sayıda ölümlü olayın olduğu protestolar gerçekleştiren ABD destekli sağcı çeteler, yeni anayasanın inşasını engellemeye çalışıyor. ABD destekli güçlerin boykot çağrılarına rağmen seçimlere katılan 8 milyonun üzerinde Venezuelalı ise, Bolivarcı hareketin bu adımının arkasındaki halk desteğinin “muhaliflerin” iddiasının çok üzerinde olduğunu ispatlıyor.
VENEZUELA’NIN SORUNLARI ÇÖZÜLEBİLİR Mİ?
Halkın Maduro yönetimine verdiği desteği anlamak için, Latin Amerika’da ABD müdahalesinin başarılı olduğu ülkelere bakmak gerekiyor. Bu ülkelerde yaşananlar liberal iktidarların halk için nasıl bir felaket anlamına geldiğini gösteriyor. Örneğin Brezilya’da meclis darbesiyle iktidara gelen Michel Temer yönetimi, işçi düşmanı politikalarıyla sendikaları hedef aldı, emeklilerin durumunu kötüleştirdi, eğitime harcanan parayı azalttı, yağmur ormanlarını şirketlerin kullanımına açtı ve benzer pek çok politikasıyla ülkede kitlesel protestoları ve grevleri tetikledi.
Halk desteği yüzde 10’un altında olan Temer iktidarıyla hapishane isyanlarından, artan cinayetlere pek çok başlıkta Brezilya çok daha kötü hale geldi. Halka verilen “ekonomik refah” vaatlerine karşın, Brezilya’da ABD destekli liberal iktidarın yapabildiği tek şey sermayenin kârını artırmak oldu. Venezuela’da da sağcı muhalefet, halka Brezilya’da yaşananlardan başka bir şey vaat etmiyor. Bu durumda Maduro’nun “devrimi radikalleştirme” vaatleri ve ABD karşıtı tutumunun halkta daha büyük bir umut uyandırdığı ve Venezuela’yı Bolivarcı hareket etrafında birleştirdiği görülüyor.
MÜDAHALENİN BAŞARDIKLARI VE BAŞARAMADIKLARI
ABD ve sermaye müdahalesi, Venezuela’da kimi temel ürünlerde kıtlık yaşanmasına, ilaçların bulunamamasına, genel olarak ekonominin istikrarsızlaşmasına ve ölçeğinin küçüklüğüne rağmen çok sayıda ölüm yaşanan protestolara yol açtı. Fakat müdahaleyi yapanlar, arkasında kendilerinin olduğunu gizlemekte epey başarısız oldu. Sağcı muhaliflerin ellerinden ABD bayrağı eksik olmadığı gibi, şirketlerin depolarına yapılan baskınlar ve acil kamulaştırmalar burjuvazinin Bolivarıcı iktidarı devirmek için gerçekleştirdiği sabotajı ve yarattığı suni kıtlıkları ortaya koydu. Maduro yönetimi, stokçuları hedef alırken, Nestle gibi büyük şirketlerin depolarına el koymaktan da çekinmedi.
Müdahalenin daha başarılı olan ayağıysa kuşkusuz medya saldırıları oldu. Uluslararası anaakım medya, Venezuela hükümetini kötülemek için aralıksız çaba harcadı ve ülkede yaşananlara dair kimi yanlış ezberler oluşturuldu. ABD’de CNN’in başı çektiği medya saldırılarının örnekleri Türkiye’de de görüldü.
MEDYA OLAYLARI NASIL ÇARPITIYOR?
Medyada yer alan haberlerde sıklıkla Venezuela’daki petrolün çokluğuna dikkat çekildi. Haberlerde Venezuela’nın “dünyanın en çok petrol bulunan ülkelerinden biri olduğu” buna karşın halkın “yoksulluk çektiği” söylendi, bunun sorumlusu olaraksa Bolivarcı yönetim gösterildi. Venezuela’nın dünyanın en fazla petrol rezervine sahip ülkesi olduğu bir gerçek, ancak ülkenin petrol üretimi sanılandan çok daha düşük. Örneğin Suudi Arabistan ve Rusya’da günde 10 milyon varilin üzerinde petrol üretilirken, Venezuela’da yalnızca 2 milyon varil civarında petrol üretimi var. Bu durumun petrol çıkartma maliyetlerinde görülen değişkenliğin ve teknik imkânların da aralarında bulunduğu pek çok sebebi var. Petrol fiyatlarının varil başına 150 doların üzerini gördüğü 2008’den bu yana, varil başına 50 doların altına kadar indiği de düşünüldüğünde petrolün bütün sorunları çözebilecek sihirli bir değnek olmadığı ortada. Üstelik Suudi Arabistan ve Rusya gibi büyük petrol üreticileri de fiyatlardaki düşüş sebebiyle önemli krizler yaşıyor. Venezuela’daki petrole dikkatin çekilmesindeki amacın hem ABD şirketlerinin ülkedeki petrolden pay alamaması hem de kamuoyunda kafa karışıklığı yaratmak olduğu söylenebilir.
Aralarında Küba, Nikaragua ve Ekvador’un da bulunduğu Latin Amerika’nın sosyalist, halkçı ve sol iktidarları Venezuela’yla dayanışırken, bu dayanışma anaakım medyada hiçbir biçimde yer bulmuyor. Buna karşın açıktan yolsuzlukların içinde olduğu görülen ABD destekli Brezilya hükümetinin ya da Venezuela halkına düşmanlığı açık olan ABD Başkanı Donald Trump’ın yalanlarla dolu açıklamaları medyada günlük olarak yer alıyor. Örneğin, Washington Post’ta yer alan bir haberde, Venezuela’nın kendi içinde yaptığı seçimlerin Trump’a “doğrudan meydan okuma anlamına geldiği” söyleniliyor. ABD hükümeti Maduro’ya karşı kişisel olarak ağır yaptırımlar uygularken, Venezuela’nın içişlerinin ABD’yi neden bu kadar ilgilendirdiği tartışmaya bile açılmıyor. Uluslararası anaakım medya seçim sürecine ilişkin sayısız yalan üretirken, Alman yayını Deutsche Welle’nin Venezuela’da yapılan Kurucu Meclis seçimiyle “sosyalist diktatörlüğün temelinin atılacağını” yazması ise uluslararası sermayenin gerçek korkusunun ne olduğunu gözler önüne seriyor. Hürriyet’in, BBC Türkçe’den aldığı, Chavez yanlısının sağcı çeteler tarafından yakılmasını anlatan “Venezuela’da bir kişi üzerine benzin dökülerek yakıldı” başlıklı haberi çarpıtarak “Venezuela’da bir öğrenci kendini yaktı” şeklinde değiştirmesi, Venezuela karşıtı müdahalenin Türkiye’de de sermaye medyası tarafından nasıl sahiplenildiğini gösteriyor.
Tulga Buğra Işık
*Boyun Eğme’nin 86. sayısında yayımlanmıştır.
http://haber.sol.org.tr/dunya/abd-mudahalesi-surerken-venezuelada-neler-oluyor-205755