Fidel’in arkasından ABD’nin en prestijli gazetelerinden birisi, ABD konusunda takıntılıydı diye yazdı. Ne kadar doğru! Emperyalizm konusunda takıntılıydı Fidel. Batista’nın ABD’nin arka bahçesinde en pespayesinden bir eğlence adası olarak gördüğü adanın başına koyduğu bir kukla olduğunu kavradığı andan itibaren tüm siyasi hayatına bu takıntı yön verdi. Bu doğrusuna böylesine inanmasaydı, beraber yürüdüğü yoldaşlarını, bugün bakıldığında dahi delice görünen bir maceraya ikna edemez, Granma adlı küçük ve köhne tekneye kimseyi bindiremezdi.
Bu denli tutkulu bir devrimcinin ölümüyle bile insanları taraflaştırmasından daha doğal ne olabilir… Bu tutkuyu, takıntıyı, inancı anlayamayacak insanlar Fidel’i nasıl anlayabilir?
Fidel’in ölümü Küba sosyalizmini masaya yatırmak konusunda bazılarının heveslerini artırmış görünüyor. Küba’da partinin ülkeyi hangi mekanizmaları kullanarak yönettiğini, demokrasinin nasıl örgütlendiğini, işçi ve gençlerin haklarını, günlük yaşantıyı, iktisadi koşulları tartışmak istiyorlar belli ki… Sosyalizmi anlatmaktan sıkılmayacağımıza göre, bu konuların hepsini seve seve tartışır, isteyen herkese defalarca, akla gelen her yolla sosyalizmi anlatırız. Bu fırsatı bize verdikleri için onlara müteşekkir olmalıyız.
Bunu yaparız. Ama bunu yapmadan, buraya gelmeden önce Fidel’in takıntılı hali üzerine, onu büyük bir devrimci yapan tutku ve inancı hakkında konuşmak zorundayız. Bunları konuşmadan, sosyalizmi konuşmak imkansız çünkü…
Küba sosyalizmini, Türkiye sosyalizmine bağlamadan tartışmanın bir anlamı yok ve bugün bu konuşmanın çıkış noktasının sosyalizmin nasıl uygulanacağından ibaret olamayacağı açık.
Dünyanın içinde bulunduğu bu koşullarda, AKP’nin karanlığın en dibine gömmeye çalıştığı bir ülkede sosyalizmin iyi, güzel ve doğru bir şey olmasının ispatlanması ve her koşulda anlatılabilmesi mutlaka gerekiyor ama yetmiyor. Sosyalist devrimin güncel ve mümkün olduğuna dair inanç yalnızca bu temelin üzerinde yükselmiyor. Tutku ve inat yoksa devrimcilik ateşi yanmıyor.
Fidel’in yaşamı, en zor koşullarda dahi pes etmeyen, tutkulu bir şekilde bağlandığı doğrularından vazgeçmeyen, inatla geleceğe bakan bir devrimcinin öyküsüdür.
Bugün Fidel’i tartışmak demek, Türkiye’de devrimi ve sosyalizmi tartışmak, Fidel’in şahsında somutlanan özelliklerin şimdi memlekette ne anlama geldiğini konuşmak demek…
Yanında sözcüğün gerçek anlamıyla bir avuç yoldaşıyla ABD emperyalizmine ve onun adadaki temsilcilerine bayrak açan bir devrimciyi, Fidel’i, bugün Türkiye’de hiç umut olmadığına ikna edemezsiniz örneğin. Her düştüğünde kalkmayı beceren bu tutkulu lider, Türkiye’deki küçümsenemeyecek zorluklar karşısında da pes etmezdi.
Binbir zorlukla kazandığı iktidarı olağanüstü koşullarda ayakta tutan, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından neredeyse tüm dünyanın arkasını döndüğü, ABD ablukası altında nefes alamayan küçücük bir adada sosyalizmi yaşatmayı başaran Fidel, Türkiye topraklarında üreyen gericilikten çekinmez, bu topraklarda devrimi aramaktan vazgeçmezdi.
Küba devrimciler için hiçbir zaman kolay bir ülke olmadı. ABD’nin burnunun dibindeki bir ülkede iktidarı almak mı kolay, yoksa neredeyse tüm dünyanın Küba sosyalizmini yıkmak için seferber olduğu koşullarda küçücük bir adanın son derece sınırlı olanaklarıyla sosyalizmi yaşatmak mı? Bunları ve Kübalı devrimcilerin diğer başarılarını mümkün kılan nedenlerin en başına hiç şüphesiz Fidel ve yoldaşlarının inatlarını, kararlılıklarını ve evet takıntılarını yazmak lazım.
Fidel’den nefret etmekte haklılar. Çünkü aslında Türkiye’ye oldukça uzak bir adanın efsanevi liderinden değil, Türkiye devriminden nefret ediyorlar. Türkiye devrimini neyin mümkün kılacağından korkuyorlar.
Peki ya Fidel’i sevenler… Fidel’in şahsında somutlanan özellikleri, onlara her koşulda devrimi ve sosyalizmi aramanın mümkün ve gerekli olduğunu hatırlatmalı. İnatla, kararlılıkla, umutla. Zafere kadar daima.
Özgür Şen
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-sen/fidelden-nefret-etmekte-haklilar-177311