Küba Devrimi’nin hemen sonrasında bir “emperyalist saldırılara karşı savunma” birimi oluşturuldu Havana’da. Bu, düşmanın darbe, provokasyon, sabotaj vs. girişimlerini önceden haber alarak daha düşman bu işlere girişmeden, kan dökülmeden, Küba halkı zarar görmeden saldırının önlenmesi kaygısıyla örgütlenmişti. Soğuk Savaş’ın o günlerdeki tahribatına bakılacak olursa, dünyada kendi alanındaki ilk örnekti belki de. Fabián Escalante, bunu tam anlamıyla, “sıfırdan” bir yapılanma olarak tarif ediyor (“Küba istihbaratının 1 numaralı ismi anlattı: 36 yıl boyunca Fidel’i nasıl korudular”, soL Haber Portalı, 20 Mayıs 2016). Öyle ya, karşılarında koskoca CIA, onlarsa iç savaş döneminde kentlerdeki yeraltı örgütlerinin hücreleri arasında basit getir götürden başka bir istihbarat deneyimi olmayan bir avuç çoluk çocuk.
Gerçi evet, dağlardaki gerilla mücadelesi esnasında Raúl Castro’nun Doğu’da, “Frank País İkinci Doğu Cephesi” saflarında, öyle pek de donanımlı olmayan bir istihbarat ağı kurduğu doğru (“Raúl Castro: Devrime Adanmış Bir Yaşam”, Nikolay S. Leonov, Yazılama yayınevi, Kasım 2016, sf. 28-116, “Devrim” bölümü). Yani iktidarı ele aldıklarında hiç de “tın tın” değiller. Fakat bu basit istihbarat ağının asıl işi kentlerden dağlara “sağlam” savaşçı devşirmek ve eğer becerebilirlerse Batista ordusunun, polisinin içerisine sızarak gerillaya yapılması planlanan operasyonları önceden öğrenmek ve bir de tabii, düşmanın kendileri hakkında ne bildiğini bilmek. Kısaca, bu örgütlenmeyi de karşı saldırı amaçlı çok yönlü planlar, komplolar yapacak güçte, donanımda bir yapılanma olarak görmemek gerek. Eh, karşında da CIA var yani!
Gelelim bu istihbarat savaşının kahramanlarına: Escalante hiç tereddüt etmeden, “halk”ı gösteriyor (“Küba istihbaratının 1 numaralı ismi anlattı…”, aynı yazı). Bu casuslar, ajanlar, dedektifler savaşı Küba’da, halkın kendi savaşıdır. Evet, şahısların zekası, yetenekleri, kültürel donanımları, Devrim’e olan inançları bu dünyanın en güçlü ülkesinin, en donanımlı, korunmalı örgütü karşısında direnebilmelerine, onlardan ele geçirdikleri silahlarla onların saldırılarına karşı durabilmelerine yardımcı oluyor ama bu, savunmanın merkezinde saldırıların asıl kendilerini hedef aldığını çok iyi kavrayan halkın olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bütün iş halka bunu yalın bir biçimde anlatabilmek. Ve pek tabii ki, halkın size inanmasını sağlayacak karşılıklı güven ilişkisinin zaten tesis edilmiş olması gerekiyor.
Bu, dünya devrimci pratiği açısından oldukça öğreticidir; Küba Devrimi’nin sosyalizme, insanlık tarihine bir diğer armağanıdır.
Küba güvenlik birimlerinin çalışması yalnızca Küba Devrimi’nin güvenliğini sağlamakla sınırlı kalmadı. Escalante’nin anlattığı ve ayrı bir kitap olarak yayımladığı gibi (“The Untold Story of The Plot to Kill Kennedy”, Ocean Books, Melbourne-New York-London, 2006), en büyük düşman ABD’nin halkının güvenliğinin sağlanmasına kadar bile uzanıyor. Yani, “halkın casusu” gerçek anlamda bir insanlık hizmetlisi.
Demek ki bu işler yalnızca kapitalist devletin üstün burjuva çıkarlarını kollamak kaygısıyla yapılmıyor. İnsan onurunu, kişi hak ve özgürlüklerini savunmak için de yapılıyor. Eh, örgütlenme amacı biraz farklı tabii: Diğerinin şerrinden korunmak için!
CIA saldırılarının planlandığı bürolara kadar sızabilmek, harekat planlarının detaylarını ele geçirmek, operasyonların içerideki bağlantılarını çözebilmek, düşmanın bu işlerde kullandığı akıl durdurucu teknolojiyi ve laboratuvarda üretilen türlü çeşitli silahları püskürtebilmek ve tüm bunları -büyük çoğunlukla- kimsenin burnu kanamadan başarabilmek.
James Petras, “Küba’nın ulusal güvenlik sisteminin, dünyanın en büyük süper gücünün devrimi yok etmeye yönelik her saldırısını boşa çıkarma yeteneğinin yakın dünya tarihinde eşi benzeri yoktur” diyor (“Küba: Devam eden devrim ve güncel çelişkiler”, Robin Eastman-Abaya ile birlikte, Küba’yı Savunmak, Kalkedon yayınları, Kasım 2007, adlı kitaptan, sf. 50). Doğru söze ne denir?
Celil Denktaş