“Dünyanın neresinde olursa olsun tüm somürülenler bizim vatandaşımızdır ve dünyanın neresinde olursa olsun tüm sömürücüler bizim düşmanımızdır… Ülkemiz aslında dünyadır ve dünyadaki tüm devrimciler kardeşimizdir” (Fidel Castro)
“Koca küredeki ışıklı bir nokta./Teslim olmuyor/Direniyor, insanlığın onuru adına./Küba!/Antillerin ışığı/Kuşatılmış Seher Yıldızı!/Destansı şarkısı Che Guevara’nın./ Küba!/ Şarkının, şiirin sesi/-Özgürlüğün ve aydınlığın delisi– /Jose Marti’nin, Fidel’in ülkesi! “[2]
Koca küredeki o ışıklı noktanın başkanını, Fidel’i yitirdi dünya halkları.
Elçilik görevlileri, hüzünlü, sessiz ve dimdik karşılıyorlar gelenleri. Küba halkının, ABD emperyalizminin ülkelerine ve Fidel’e karşı bitmek bilmeyen saldırılarına ve yasa tanımaz, insanlık dışı ablukasına karşı gösterdiği kararlılığı, bu acılı günlerinde de gözlerinden okumak mümkün.
Küba Büyükelçiliği Castro’nun resimleriyle donanmış. İki fotoğraf özellikle dikkat çekiyor. Girişte gençliğini artık yüreğinde ve beyninde saklayan bir Fidel. “Bir gül bahçesi olmayan devrim” uğruna verdiği uzun ve zor mücadele derin çizgilerle damgasını vurmuş büyük devrimcinin gülümseyen yüzüne.
Büyükelçiliğin açtığı taziye defterinin tam önünde ise, omuzunda silahı ve çantası, Sierra Maestra’dan ülkesine bakan asker giysili genç bir Fidel fotoğrafı… Bu iki fotoğraf, Küba’nın dününü ve bugününü birbirine bağlayan bir köprü gibi.
“Genç” Fidel ve Küba Devrimi 1960-70li yıllarda gençliğini yaşayanlar için farklı bir anlam taşır.
Sosyalist sistemin varlığını sürdürdüğü, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükseldiği 68li yıllarda, dünya emperyalizminin temsilcisi ABD iki büyük yenilgi yaşadı: Küba Devrimi ve Vietnam Kurtuluş Savaşı. Türkiye 68lileri bu iki büyük olaydan çok etkilendi. Dünyanın en güçlü emperyalist ordusuna diz çöktüren, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya düzeninin SSCB’den başka ülkelerde de mümkün olduğunu müjdeleyen bu iki büyük zafer, 68 gençliğine dünya devriminin çok yakın olduğunu düşündürdü, devrime olan inancı güçlendirdi, düzene karşı öfkeyi yükseltti ve savaşma azmini arttırdı.
Dolmabahçe’de 6.Filoyu denize dökenlerin, ODTÜ’de Vietnam kasabı Komer’in arabasını yakanların, fabrika direnişlerine, köylü mücadelelerine omuz verenlerin, “İki, üç…daha fazla Vietnam, … Ernesto’ya bin selâm!” sloganlarıyla NATO’ ya, ABD üslerine ve ikili anlaşmalara, gerici, ABD işbirlikçisi sermaye iktidarlarına karşı çıkanların, Filistin halkıyla dayanışmak için gerilla mücadelesine katılanların yürekleri, Che ve Castronun şahsında Küba halkıyla ve Vietnam halkının Marksist önderi Ho Şi Min’in kişiliğinde Vietnam halkıyla birlikte attı. Yeşil parkalar, sırt çantaları, cepte ucu görünen kitaplar, ozanların “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara…, Bizim de halkımız vardır Che Guevara…, Bizim de ozanlarımız vardır Che Guevara,… Bizim de delikanlılarımız vardır Che Guevara ”[3] dizeleriyle Kübalı devrimcilere seslenmeleri hep bu sevdanın ve bir bakıma öykünmenin dışavurumuydu.
Aslında Che’de, Fidel’de, “Ho” baba’da sevilen şey devrimin ta kendisiydi. Büyük Ekim Devriminden ve Çin Devriminden sonra, düşlenen o en güzel dünyanın, zincirlerinden kurtulmayı başaran büyük insanlığın bir kez daha ete kemiğe bürünmesiydi. Demek ki, 60lı yıllarda da, emperyalizmin orduları yenilebiliyor ve sosyalizm yaşama geçirilebiliyordu.
Özetle, devrimi çok ama çok sevmiştik.
Bugünden düne bakıldığında, her büyük devrim gibi, sürmekte olan Küba devriminin de, insanlığın mücadele tarihine paha biçilmez birikimler ve kazanımlar armağan ettiğini görürüz. Küba’da 1959’dan bu yana yaşananlar, bir çok değerli pratiğin yanı sıra, emekçi halkın örgütlülüğü ve bilincinin ve bunun yanı sıra devrimci önderliğin kararlılığı ve devrime bağlılığının, devrimin başarısındaki iki önemli öznel koşul olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Fidel, sadece yaşamıyla değil, ölümüyle de emperyalist kapitalizme karşı savaştı. Günlerdir istisnasız her ülkenin yazılı basınında ve TVlerinde gerçekte tartışılan şey, büyük bir devrimcinin, Can babanın deyimiyle büyük bir devin yaşamının ötesinde, bu kokmuş sömürü düzeninin dışında, insanlığın önündeki tek seçenek olan sosyalizm oldu. Dev tröstlerin o doymak bilmez iştahlarının, kâr hırslarının ülkeleri kan gölüne çevirdiği, insanlığın her gün, her saat yeni bir katliama uyandığı günümüzde, dünya kamuoyu, yitirdiğimiz Fidel’in şahsında, sosyalizmin neleri başarabildiğini gördü. Dev tekellerin varlıklarının kamulaştırılabildiği, işsizliğin olmadığı, yaşlılara devletin çok iyi baktığı, çocukların ve bebeklerin ölmeyip “şeker de yiyebildikleri”, özgürce şarkı söyleyebildikleri, parasız sağlık ve eğitimin en zor koşullarda bile gerçekleştirilebildiği, dünya halklarına eğitim ve tıp yardımı ulaştırılabildiği, devrimci mücadelelere omuz verilebildiği bir düzenin kurulabileceğini bir kez daha konuştu ve tartıştı dünya.
Fidel, yaşamıyla olduğu kadar, ölümüyle de sosyalizmin bayrağını yükseltmeyi başardı. O kadar ki, yeni “seçilmiş başkan” Trump, o ölümün yükselttiği dip dalgasından ürken burjuvazinin sınıfsal refleksini o düzeysiz sözlerle de olsa dile getirmek zorunda kaldı.
Selâm sana Küba!
Selam sana Fidel!
Hasta siempre !
Serpil Güvenç
[1] Metin Demirtaş’ın “Eli kolu da bağlı olsa Küba bir umuttur orada” isimli şiirinden alınmıştır.
[2] Metin Demirtaş’ın “ Eli kolu bağlı da olsa Küba bir umuttur orada” başlıklı şiirinden.
[3] Metin Demirtaş’ın “Che Guevara” adlı şiirinden alınmıştır. Ozan bu şiir nedeniyle TCK’nun 142. Maddesi ile yani komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla 7.5 yıl hapis ile yargılandı ve Ankara Ulucanlar cezaevinde bir süre tutuklu kaldı.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/serpil-guvenc/koca-kurede-isikli-bir-nokta-kuba-1-177863