Sosyalizmin özü, insanların cinsel yönelimlerinden dolayı dışlanması değil kapsanmasıdır.
Ricardo Alarcón, Halk İktidarı Ulusal Meclis Başkanı
Küba’da sosyalizmin nasıl ayakta kaldığını, küçük bir ada devletinin kendisi dışında neredeyse tüm dünyayı teslim alan bir sisteme nasıl direndiğini merak etmemek elde değil. Gerçek bir ölüm kalım savaşının ürünü olan Küba sosyalizminin arkasındaki halk desteğinin unsurları arasında ülkedeki LGBT hareketini de sayabiliyor oluşumuzun hikâyesi, çıkarılması gereken derslerle dolu.
1959 yılında yaşanan siyasi devrimi, çok daha çetin geçecek bir toplumsal devrim aşaması izledi. Sömürge döneminin ve Batista diktatörlüğünün izlerini silmek, çok boyutlu bir toplumsal dönüşüm gerçekleşmeden başarılamazdı. Söz konusu dönüşümün, burjuva toplumundan devralınan toplumsal ilişki biçimlerini, yerleşiklik kazanmış normları, gündelik yaşama yön veren kültürü sarsmadan kalıcı sonuçlar elde edilmesi düşünülemezdi. Kübalı komünistler, Latin Amerika kültüründe köklü bir yeri olan maçolukla, erkek egemen toplumsal yapıyla ve alışkanlıklarla mücadele etmeye kararlıydılar. Yeni İnsan başka türlü yaratılmazdı.
Efsanevi kadın lider Vilma Espín, 1960 yılında kurulan Küba Kadın Federasyonu’nda (FMC) kolları sıvarken, yerleşik toplumsal cinsiyet normlarının etkisini kırmak için kat etmeleri gereken yolun uzun olduğunun bilincindeydi. Espín, daha 1975 yılında, o dönem hazırlanan Anayasa’da, evliliğin cinsiyet belirtilmeksizin, yani heteroseksüelliğin kalıbına sokulmadan, iki kişi arasındaki birliktelik olarak tanımlanmasını önermişti.
Devrimden 50 yıl sonra, Ulusal Cinsel Eğitim Merkezi’nin (CENESEX) bahçesinde sevgilisi Elizabeth ile ‘sembolik’ bir düğün yapan Kübalı genç kadın Mônica’nın söyledikleri, Espín’in hayalinin gerçeğe dönüşmeye ne kadar yakın olduğunu gösteriyor: “Ben daima bunun bir parçası olmak istedim. Anneme kaç kere söylediğimi hatırlamıyorum: Bunu başaracağım, devrimi gerçekleştireceğim!”
Uluslararası Homofobiye Karşı Mücadele Günü etkinlikleri başta olmak üzere, LGBT’lerin sorun ve taleplerini topluma anlatmak için bir dizi etkinliğe öncülük eden CENESEX, yine bir kadın devrimcinin, Mariela Castro’nun liderliğinde ilerliyor.
İlki 2008 yılında Havana’da gerçekleşen Gay Pride’da (Onur Yürüyüşü) konuşan Castro, “Cinsel yönelim özgürlüğü eşit ve toplumsal adaletin hüküm sürdüğü bir ortamda mümkündür” sözleriyle LGBT mücadelesi ile sosyalizm arasında kurulan bağa vurgu yaparken çok haklı.
Küba’da bir dönem “burjuva toplumunun kalıntısı” olarak görülen eşcinselliğe bakışın CENESEX’in öncülüğünde devrimci bir şekilde değişmesi, cinsel çeşitliliğin insan doğasının bir parçası olduğunun kabul edilmesini de beraberinde getirdi. Bu değişimde, Küba’nın ölümsüz lideri Fidel Castro’nun, geçmişte eşcinsellere yönelik muameleyi değerlendirirken sarf ettiği, “Sorumluluğu üstlenmek gerekiyorsa, o sorumluluk benimdir. Suçu başkalarına atmayacağım” sözlerinin etkisi olduğu açık.
2012 seçimlerinde Villa Clara şehrinin belediye meclisine seçilen trans kadın Adele Hernandez, “Cinsel kimliğiniz devrimci olup olamayacağınızı belirlemez. Bu içinizden gelir” diyor ve ekliyor: “Bu büyük bir zafer.” Bundan bir sene sonra, Küba Ulusal Meclisi aldığı kararla çalışma hayatında cinsel yönelim ayrımcılığını yasakladı. Mariela Castro’nun önerdiği değişiklikle İş Kanunu’nda çalışanların eşitliğini düzenleyen maddeye cinsel yönelim ifadesi eklendi. Sosyalist Küba, bu başlıkta da çalışma hayatını dönüştürmeden toplumsal ilişkileri dönüştüremeyeceğinin farkında.
Görüldüğü gibi, ‘Küba mucizesinin’ bir boyutunu da, LGBT özgürleşmesinde kapitalist ülkelerdeki kimlik siyasetinden farklı bir yol izlenmesi oluşturuyor. Havana’da 2013 yılında düzenlenen Onur Yürüyüşü’nün temel sloganı, Comandante’nin ülkesinde eşcinsel olmaya dair yeterince şey anlatıyor: “Sosyalizme evet, homofobiye hayır!”
Tunca Özlen