Kimberly Carr, 1999 Nisan’ında Nature dergisinde Küba’nın biyoteknoloji öyküsüne şu tümceyle başlıyordu: “1980’de dünya interferonun kanser için potansiyel bir ajan olduğu hakkında konuşurken, Fidel Küba’nın da interferona sahip olması gerektiğine karar verdi.”
Bu kararla Küba altı bilim insanını interferonun nasıl üretildiğini öğrenmeleri için Helsinki’ye gönderdi. Ülkelerine döndüklerinde Havana yakınlarında küçük bir evde kurulan laboratuvarın çalışmalarını “her gün” ziyaret eden Fidel, 42. günde doğal interferon alfanın üretimine bizzat şahit oldu. Daha sonra Küba biyoteknolojide dev adımlarla ilerlemeye başladı. 1982’de Biyolojik Araştırma Merkezi (CIB), 1986’da Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi (CIGB) kuruldu.
Aslında Fidel olmasa bu öykü burada sonlanabilirdi. Çünkü reel sosyalizm çözülmüş, Küba kapitalist bir gezegende tek başına kalmıştı. Özel Dönem olarak bilinen bu dönemde Küba’nın ihracatı % 50, GSMH’sı % 30 ve kişi başına günlük kalori alımı % 24 azalmıştı. Bu dönemde sözcüğün tam anlamıyla “her şeyden” kısan Küba, Fidel’in biyoteknolojiye inancı sayesinde bir tek biyoteknolojide kısıntıya gitmedi, aksine bütün dünyaya parmak ısırtan bir hamleyle bu alana 1 milyar dolar yatırım yaptı.
Kübalılar ve dünya Fidel’in bu yatırımda ne kadar haklı olduğunu inanılmayacak kadar kısa bir sürede gördü. Küba biyoteknoloji sayesinde yalnızca insanlığın kanser de içinde birçok önemli sağlık sorununa yeni ve etkili çözümler üretmekle kalmadı, aynı zamanda biyoteknoloji ürünleriyle ülkeyi bir mengene gibi sıkan ekonomik darboğazı da aşabildi. Hem de şiddetlenen ABD ambargosuna rağmen.
Fidel’in biyoteknolojiye bu denli yakın ilgisinin kaynağı çok daha gerilere gider. Castro daha devrimin ilk yılında “Küba’nın geleceğinin eğitim ve bilimde olduğunu” ilan etmişti. Devrimden sonra Küba Bilimler Akademisi’nin reorganizasyon çalışmalarını “bizzat” üstlenmiş ve 1965 yılında Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’ni (CENIC) kurmuştu. 1981 yılında Küba biyoteknolojisine kuluçkalık eden “Biyolojik Cephe”, CENIC tarafından örgütlendi.
Fidel, devlet başkanlığı görevini devredene kadar sürekli olarak Küba’nın biyoteknoloji çalışmalarını yakından izledi ve yönlendirdi. Küba’da biyoteknoloji etkinlikleri “doğrudan” Devlet Konseyi’ne bağlı olarak yürütüldü (ve halen böyle yürütülüyor).
Bugün Küba’nın biyoteknoloji karargahı olan BioCubaFarma 32 girişim ve 78 üretim tesisinde üçte biri üniversite mezunu bilim emekçisi olmak üzere 22 bin çalışanıyla, dünyanın en büyük çok-uluslu şirketleriyle yarışıyor, hatta onları geride bırakıyor. Küba, ülkesinde bulunan 857 ilacın 578’ini tamamen kendisi üretmekle kalmıyor, enternasyonalist dayanışma çerçevesinde bu ilaçlara gereksinim duyan geri bıraktırılmış ülkelere çok uygun koşullarda ihraç ediyor.
182 ürünü için ruhsat alan Küba’nın 2.300 yeni ürünü için patent başvurusu yapılmış durumda. Aralarında Brezilya, Hindistan, Venezuela, Güney Afrika, Vietnam ve Cezayir gibi ülkelerin de bulunduğu coğrafyalara biyoteknoloji alanında teknoloji transferi yapan Küba, 1985 yılında yalnızca 11 milyon dolar olan biyoteknoloji ihraç gelirlerini, 2013’de yarım milyar doların çok üzerine çıkarttı.
Böylece Fidel, vatanını yalnızca emperyalist boyunduruktan kurtarmakla kalmadı, aynı zamanda sosyalizm yolunda ilerlemesini de mali bakımdan güvenceye almış oldu. Kübalılar ve Küba’nın biyoteknolojisi sayesinde onulmaz hastalıklarını yenerek sağlıklarına kavuşanlar, Fidel’i asla unutmayacak.
Akif Akalın