Küba’da mahallelerde başlayan ve adım adım tabandan yukarıya doğru delegelerin seçilmesiyle ilerleyen seçim süreci, 18 ve 19 Nisan’da yeni göreve gelen 604 ulusal meclis vekilinin yeni meclis başkanı, devlet başkanı ve devlet konseyini seçmesiyle tamamlandı.
Sosyalist Küba, 1 Ocak 1959’da yaşanan devrimden bu yana, devrim öncesindeki mücadelede bilfiil emek vermiş bir kuşağın öncülüğünde yönetiliyordu. Devrimin önderi Fidel Castro 1976’dan 2008’e kadar ülkenin devlet başkanlığı görevini üstlenmiş, 2008’de bu görevi bırakırken diğer tüm sorumluluklarından da ayrılmıştı. Fidel’in bu tarzının bir benzerini, Fidel’den sonra iki dönem devlet başkanlığı görevini üstlenmiş olan Raúl Castro tekrarladı: Raúl, Havana’daki meclis oturumunda tüm milletvekilleri gibi sıraya girdi, koltuğa oturdu ve elinde tuttuğu milletvekilliği sertifikasını havaya kaldırarak yemin etti.
Fidel Castro’nun devlet başkanlığı süresince ABD başta olmak üzere Batı medyasında Küba sosyalizmini karalamak için en yaygın argüman Fidel’in “diktatör” olduğu ve ölümünden sonra her şeyin değişeceğiydi. Fidel ölümünden sekiz yıl önce tüm sorumluluklarından ayrıldığında, yerine geçen Raúl Castro devrimin hem öncesi hem sonrasında en önemli sorumlulukları üstlenmiş, halk nezdinde meşruluğu kanıtlanmış bir kadro olmasına rağmen bu defa argüman “Ülkeyi Castro hanedanı yönetiyor”a dönüşmüştü. Oysa Fidel ve Raúl dışında, kendi çocukları dahil ailenin hiçbir üyesi ülkenin yasama ve yürütme organlarında önemli bir sorumluluk sahibi değil.
DİAZ-CANEL KAPALI KUTU MU?
Devlet başkanlığına Miguel Mario Díaz-Canel Bermúdez’in seçilmesinin ardından batı basınındaki klişe yorumlar, “gerçek iktidarın hâlâ Raúl Castro’da olduğu” ile “Díaz-Canel’in tam bir kapalı kutu olduğu” arasında gidip geliyor. Henüz Küba’nın yeni liderine çamur atmak için pek malzeme bulunabilmiş değil.
Oysa Díaz-Canel için söylenebilecek başlıca şey, “kapalı kutu” tanımına hiç de uymadığı…
Díaz-Canel, devrimden bir yıl sonra, 1960’ta Villa Clara’da doğdu. Üniversitede önce elektronik mühendisliğinde lisans, sonrasında işletme bölümünde yüksek lisansını tamamlarken Komünist Gençlik Örgütü’nün (UJC) önderlerindendi. UJC’de hem Villa Clara il sekreterliği, hem de örgütün ulusal komitesinin ikinci sekreterliği görevlerini üstlendi. 27 yaşındayken, halen devrimci örgüt Sandinistlerin iktidarda olduğu Nikaragua’da parti temsilcisi olarak, Küba’da bir gelenek halini almış ve çok önemsenen enternasyonalist misyonunu, yani uluslararası dayanışma görevini üstlendi. 1994’ten itibaren, aralarında Yüksek Öğretim Bakanlığı, Villa Clara parti sekreterliği ve Holguín parti sekreterliğinin bulunduğu önemli sorumluluklar yerine getirdi. 1997’de Küba Komünist Partisi’nin Politbürosu’na seçildiğinde, bu göreve o güne dek seçilmiş en genç kişiydi. 2013-2018 arasında, yani son meclis döneminde, Raúl’ün hemen ardından gelen birinci başkan yardımcılığı pozisyonundaydı.
Kısa, kuru haliyle dahi etkileyici biyografisi “asker vesayeti”, “Castro hanedanlığı” ya da başka kimi karalayıcı argümanlara malzeme sunmayan Díaz-Canel’in kişiliğine dair bilinenler, belki biyografisindeki maddeler kadar önemli.
‘ÖZEL DÖNEM’DE YETİŞMİŞ BİR LİDER
“Yıllar sonra Santa Clara’ya dönmüştüm. Bir iş için sıraya girdiğimde, sıranın ilerisinde birinin bana baktığını fark ettim. Seslendi, geldi, sarıldık” diyor Jorge, 57, liseden sınıf arkadaşı Miguel Díaz-Canel’le bira içtikleri günü soL’a anlatırken. “O sırada ilin parti sekreteriydi. Herkes gibi sırada bekliyor, insanlarla muhabbet ediyordu. Muhabbetimiz bitip ayrıldığında makam aracının olmadığını fark ettim. Özel Dönem’de petrol sıkıntısı başlayınca her yere bisikletle gidip gelmeye başlamıştı.” Küba’nın yeni liderinin devrimden sonra doğmuş olması sembolik bir anlam ifade edebilir, fakat Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çözülmesinden sonra Küba’nın içine düştüğü ağır ekonomik kriz için adada kullanılan ifadeyle “Özel Dönem”de pişmiş, sosyalist iktidarın en kritik dönemeçlerinden birinde üstlendiği sorumlulukları hakkıyla yerine getirmiş bir kadro olması daha fazla anlam taşıyor.
Díaz-Canel’le ilgili aktarılan tüm anekdotlarda, sürekli halkla iç içe, alçakgönüllü, çalışkan ve açık görüşlü oluşu öne çıkıyor. Karşıdevrimci eylemci, şimdilerde ABD’de yaşayan Guillermo Fariñas dahi, Amerikan gazetesi Miami Herald’a verdiği görüşte, yaptığı açlık grevi nedeniyle kaldırıldığı hastanede elektrikler kesilince Díaz-Canel’in hastanedeki tüm odaları ziyaret edip hastalardan tek tek özür dilediğini, kendisine de selam verip sağlığını sorunca epey şaşırdığını aktardı. Hakkında “kapalı kutu” denilen yeni lider Villa Clara parti sekreteriyken arada bir kentin barlarına uğrayıp insanlarla şakalaşmakla kalmıyor, bizzat radyo programı sunuyor, halktan gelen telefonları yanıtlıyordu. Rock müzik festivali düzenlenmesine ön ayak olduğunda, devrimi yaşamış kadrolar arasında halen bu müzik türünü pek matah saymayan birçok kişi vardı. Havana’daki gazeteci çevrelerinde, Küba basınıyla çok yakın ilişki kuran Díaz-Canel’in, ara ara kimi muhabirlere, yaşanan sıkıntılar ya da tıkanıklıklardan dolayı araştırılıp haber yapılmasında fayda gördüğü gündemleri “pasladığı” konuşuluyor.
VEKİLLERİN YALNIZCA YÜZDE 12’Sİ DEVRİMDEN ÖNCE DOĞDU
Dolayısıyla Díaz-Canel, bu seçim haftası boyunca batı basınında çıkan haberlerde denildiği gibi “kapalı kutu” bir kadro değil. Fakat, kapitalist ülkelerdeki seçim sistemi ve medya yapısından kaynaklanan alışkanlıkları nedeniyle, önümüzdeki beş yıllık dönemde ne yaşanacağını Díaz-Canel’in kişiliğinin ilginç yönleri, “karanlık” ilişkileri ya da hakkındaki dedikodular üzerinden çözümlemek isteyen fakat -henüz- beceremeyen batı basınının, genel olarak Küba sosyalizminin yönetim tarzını anlamadığı söylenebilir. Devrimi yapmış kadrolar uzun zamandır ülkeyi yönetecek yeni bir kuşağın sorumluluk üstlenmesi için hazırlık yapıyordu. Küba Komünist Partisi’nin önderliğindeki ülke, milyon dolarlar harcanan seçim kampanyaları sonucunda kazanan partinin beş yıllığına tüm politikaları değiştirdiği bir tarzla değil, uzun vadeli kararlar alınan ve yeniliklerinin tümünün önce pilot uygulamalar ve deneme-yanılma yöntemleriyle sınandığı, planlı bir tarzla yönetiliyor. 19 Nisan’da tamamlanan seçim, bu mercekten bakıldığında, devlet başkanlığı görevindeki devir-teslimin çok ötesinde bir sürecin söz konusu olduğunu ortaya koyuyor.
Yalnızca sayılar dahi, Küba sosyalizminin önderliğinde ciddi bir kuşak değişimi yaşandığının kanıtı: Meclise seçilen 604 vekilin yüzde 56’sı, bu görevi ilk defa üstlenen isimler. Yaş ortalaması 49 olan mecliste kadın vekiller, yüzde 53’lük oranlarıyla çoğunlukta. Vekillerin yalnızca yüzde 12’si devrimden önce doğmuş isimler. Onlardan daha fazlası, yüzde 13’üyse 18 ila 35 yaş arasında.
YENİ KUŞAK YALNIZ DEĞİL
Yürütme yetkisinin bir kısmını üstlenen Devlet Konseyi’nde de tablo farklı değil. 31 üyenin 15’i kadın, yaş ortalaması 54 ve üyelerin yüzde 70’i devrimden sonra doğmuş kadrolar. Devlet başkanının kanun hükmünde kararname çıkarmak dahil yürütme alanında tek başına üstlendiği neredeyse hiçbir sorumluluğun olmadığı Küba’da asıl kolektif liderlik diyebileceğimiz Devlet Konseyi’nde bu dönem yalnızca Raúl Castro değil, devrimin kimi başka önemli tarihsel figürleri de görev almayacak. Eski Başkan Yardımcısı José Ramón Machado Ventura, General Álvaro López Miera, Santiago de Cuba’nın halk arasında çok sevilen parti sekreteri Lázaro Exposito bu isimlerden bazıları.
Fakat, uzun zamandır hazırlanılan bu devir-teslimin ardından sorumluluk alan kuşak yalnız değil. Seçimlere katılmamanın ötesinde karışmayan, hiçbir yasama ve yürütme yetkisi olmayan fakat ülkenin politik önderliğini temsil eden Küba Komünist Partisi’nin birinci sekreterliği görevini, değişiklik olmazsa bir sonraki olağan parti kongresinin yapılacağı 2021’e kadar Raúl Castro üstlenmeye devam edecek.
Küba’nın özellikle ekonomi alanında üstesinden gelmesi gereken ciddi başlıklarla karşı karşıya bulunduğu bu dönemde bir adım öne çıkan yeni kuşak, devrimin tarihsel önderleriyle birlikte ülkeyi hızla kalkındırmanın yollarını arayacak.
http://haber.sol.org.tr/dunya/kuba-secimleri-yeni-baskan-kim-asil-degisiklik-ne-235498