Havana’nın 23 km. batısında yer alan Las Terrazas yani Teraslar; San Juan Nehri kıyısında, 5 bin hektarlık bir alan üzerine kurulmuş ve başlıca gelir kaynağı ekolojik turizm olan bir kırsal yerleşim. UNESCO biyosfer rezervi Sierra del Rosario’nun bir parçası. Başkente bu denli yakın Teraslar, cenneti tasvir eden bir tablo kadar güzel. Ne yazık ki Türkiye’den Küba’ya seyahat eden gezginler Teraslar’ı pek fazla bilmiyor. Oysa Havana’dan yapılacak günübirlik bir gezi için ideal.
1968 yılında başlatılan bir yeniden ağaçlandırma projesi sayesinde şimdilerde Teraslar’a varır varmaz müthiş bir doğal güzelliğin, inanılmaz derecede dinlendirici bir atmosferin içine dalıyorsunuz. Oysa 1968 öncesinde burası yöre halkı için hiç de vaatkar olmayan çölleşmiş bir alanmış. Proje kapsamında, 1360 km. uzunluğunda teraslar oluşturulup sedir, maun, avokado, mandalina gibi çeşitli ağaçlardan altı milyon adet dikiliyor. Aynı proje çerçevesinde, 170 km yol açılıp San Juan Gölü çevresine ev, okul, klinik gibi yapılar inşa ediliyor. Devrim öncesinde yoksulluk ve cehalet içinde, izole şekilde yaşayan yöre halkı bu sayede kamusal hizmetlere, ekolojik olarak sürdürülebilir ekonomik faaliyetlere kavuşuyor.
Bugün, Teraslar halkının yaşantısına tanık olup imrenmemek elde değil. 1014 kişilik nüfusa hizmet veren kamusal binalar arasında klinik ve okulların yanı sıra kreş, yaşlı bakım evi ve dans geceleri, konserler, filmler için ayrılmış kocaman bir eğlence salonu var köyün ortak alanında…
19. yüzyıl başında Haiti Devrimi’nden kaçan Fransız kahve plantasyonu sahipleri kahve üretimine devam etmek için Küba’nın doğu ve batı uçlarındaki bölgeleri seçmişler. Bölgenin çölleşmesine neden olan kahve döneminin tanıkları arasında dönemin en büyük plantasyonu Buena Vista’nın ortasındaki saray yavrusu yapı bütünüyle muhafaza edilip restore edilebilmiş, şimdilerde bir restoran olarak hizmet veriyor.
Sierra del Rosario biyosfer alanı 25 bin hektarlık bir alanı kaplıyor. 1984 yılında UNESCO koruması altına alınan bölgede toplam 117 kuşu türü barınıyor ve bunların 12’si endemik. Koruma altındaki bölgenin flora ve faunası etkileyici. Teraslar gezisi sırasında şanslıysanız dünyanın en küçük sinekkuşu zunzuncito‘yu ya da Küba’nın ulusal sembollerinden tocororo kuşunu görebilirsiniz.
Tocororo Küba’nın endemik türlerinden. Ulusal sembol kuş; çünkü tüyleri tıpkı Küba bayrağı gibi kırmızı, beyaz ve mavi renklerde. Üstelik, kafese konduğunda kederinden ölüyor. Tococoro’nun dahil olduğu kemiegengagalılar antik inanışların pek çoğunda iyi haber alınacağına veya iyi bir hayat sürüleceğine işaret eder. İşte bu yüzden Teraslar gezisi sırasında gözü açık tutmakta yarar var!
Teraslar’da mevsim uygunsa Küba’nın bir başka ulusal sembolü mariposa çiçeğini de görebilirsiniz. İspanyol sömürgeciliğine karşı verilen bağımsızlık savaşı sırasında köylü kadınların bağımsızlık mücadelesi savaşçıları arasındaki mesaj alışverişini kulaklarına taktıkları bu çiçeklerin içine sakladıkları kağıtlarla sağladıkları anlatılıyor. Mükemmel kokulu bu çiçekler günümüzde parfüm endüstrisinde değerlendiriliyor.
San Juan Nehri, Teraslar gezisinin en hoş sürprizlerini saklıyor. Bir dizi küçük şelale ve doğal göl serinlemek isteyenleri bekliyor. Maceraseverler için bir başka sürpriz daha var: 1,6 km.’lik kanopi turu. Göl üzerinde kayıkla gezinti veya at sürmek de Teraslar’da yapılabilecek faaliyetler arasında.
Eğer Küba gezisi sırasında bir gününüzü Teraslar’a ayırırsanız, mutlaka yapmanız gereken bir başka şey de yerel sanatçıların atölyelerine uğramak. Yerel sanatçılar arasında uluslararası üne kavuşmuş Lester Campa yurtdışında sergideyse üzülmeyin. Jorge Duporté, Ariel Gato ya da Henry Alomá’nın kapısını çalmayı deneyebilirsiniz. Duporté suluboya, yağlıboya ve renkli cam çalışmalarında en fazla Küba’nın çiçeklerini konu ediniyor. Henry’nin çalışmaları sürrealist bir çizgide. Ariel ise daha ziyade ahşap oyma baskı tekniğiyle tanınıyor ve geri dönüşümden elde edilen kağıtları kullanıyor.
Günübirlik bir turla yetinmek istemeyenler için Teraslar’da hizmet veren bir otel de mevcut. Moka Oteli 1991 yılında SSCB’nin çözülüşü sonrasında turizmin önem kazanması nedeniyle inşa edilmiş. Öncesinde ormancılık ve tarım faaliyetleri bölge sakinleri için başlıca geçim kaynağı iken 90’lardan itibaren turizm birinci sıraya yerleşmiş. Moka Oteli nefis bir ekolojik mimari örneği. Otelin resepsiyonunun tam ortasında yer alan 100 yıllık ağaç otelin kapasını çalan tursitlere bir bilge gibi selam veriyor.
Yazı: Esin Saraçoğlu
Fotoğraflar: Tuğba Özay Baki, Ülkü Özakın, Elif Torun Öneren
Bu yazı İZ TV dijital dergisi Merak Et’in Mayıs 2017 sayısında yayımlanmıştır.