Toplumu oluşturan bireyleri toplum yönetimine katmak açısından seçim(ler)in, önemli bir işlevi yerine getirmekte olduğu herhalde tartışılmaz. En azından insanlığın, bugüne değin “toplum olarak” varlığını sürdürebilmiş olmasının kurallarını belirlemek kişi hak ve özgürlüklerinin sınırlarını çizmek açısından bundan daha uygulanabilir bir yöntem bulabildiği söylenemez.
Seçim(ler)in adil olabilmesi toplumsal yaşamı kişi hak ve özgürlüklerinin daha ileri bir düzene taşınmasına elverecek şekilde geliştirimesine aracı olabilmesi, elbette ki seçim(ler)in hangi toplumsal ekonomik zeminde gerçekleştiğiyle oldukça sıkı bir ilişki içerisindedir. Eğer seçim(ler) yalnızca mevcut sosyo-ekonomik ilişkilerin toplum ve bireyler nezdindeki meşruiyetinin devamına hizmet etmek için gündeme getiriliyorsa bunun toplumu ve bireyi geliştirecek bir araç olduğunu ya da makbul deyimle, “demokratik hak ve özgürlükler”i garanti edeceği savı bir demagojiden öteye gidemez.
ÇOK SESLİLİK
Siyasi partilerin kurulma amaçları için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Eğer siyasi partiler belirli çıkar gruplarının sözcüleriyse ve bu çıkar gruplarının çıkarlarını hayata geçirebilmek için iktidara talip oluyorlarsa o zaman, “seçilerek” iktidara gelmelerinin, toplumsal ve bireysel hak ve özgürlüklerin herkes için geliştirilmesi veya garanti altına alınması açısından pek de bir anlamı kalmayacaktır. Bunun yanısıra toplumun kendi kendisini yönetecek mekanizmaları belirli bir toplumsal sınıf adına kontrol altında tutmak amacı güden politikaların da “seçilmiş” yasama organlarının en öncelikli işlevi olması zaten toplumu oluşturan bireylerin ortak çıkarlarını geriye atacaktır. Çok partili ya da “çok sesli” demokratik sistem bir bakıma aynı bestenin farklı tonlarda, farklı yorumlarla, farklı orkestralar tarafından çalınmasına benzemektedir.
Aynı ya da benzer ekonomik politikaların, kültür politikalarının farklı siyasi partiler tarafından uygulanması, hatta birbirinin devamı olarak sürekli iktidarda kalması, “çok seslilik” adı altında bir sürekliliği normalleştirir ya da tam tersi gibi görülen, her bireyin toplumsal yaşamdan doğan haklarını farklılaştırır. Gerçi bunun kendi içerisinde belirgin bir tutarlılığının olduğu da açıktır. Çünkü iktidarı işgal etmekte olan politik güç belirli bir çıkar grubunu temsil etmektedir ve bu çıkar grubunun genelden ayrılan taleplerinin olağanlaştırılması gereklidir. Toplumun geneli için tuhaf ya da acı olan, bu iktidar sürekliliğinin farklı politik söylemlerle toplumdan onay alabilmesi ve birbirine benzer politikaları toplumun geneli gözünde meşrulaştırabilmesidir.
Seçmek, bu bağlamda gerçek dışı bir şakaya dönüşmektedir. Bu çok açıktır. Yasama organlarını seçenler aslında kendilerini dışlayan bir devamlılığın kalıcılaştırılmasına onay vermektedirler ve bunu ateşli bir biçimde de savunabilmektedirler.
SEÇİLEN KİMDİR?
Ekonomik politikaların, kültürel yönlendirilmelerin süreklileştirilmesi bir yana, peki, seçilen kimdir? Çok somut bir sorun, seçen kime oy verir? Politika veya inanış olarak değil, kişi olarak. Acaba oy kullanan kişi tercih ettiği temsilcisini, kişi olarak tanır mı? Kesinlikle tanımaz. Çünkü seçilen kişilerin birer politik “enstrüman” olduğunu ve kendilerinden istenileni yapmakla yükümlü olduklarını bilir. Kendilerinden istenileni belirleyen de asla seçmen değildir; seçmenin kendi kişisel zorlamalarıyla -maddi olanı ayrı konu- duygusal bağ kurduğu bir çıkar birliğidir. Bu birlik, “seçtiren”dir. Bu birlik açısından seçilecek kişinin, Adnan Menderes’in tarihe geçmiş o meşhur deyimiyle, “Odundan farkı yoktur”! Seçtirenle kurulan bağ, odunu enstrümanlaştırır.
Seçmen asla seçilenle birliktelik kurmaz, hiçbir şekilde kendisini seçilene yakıştırmaz. Zaten bu yüzden de seçilen, bir politikacı olarak küçümsenir, sıkça lanetlenir, günah keçisine çevrilir; fakat yine de seçilip ülkenin en yetkili yasama organının koltuklarını oldukça yüksek maaşlar ve bir ömür boyu keyfini sürdüreceği ayrıcalıklarla işgal edecek olan da odur. Seçmen için bir “hiç”tir ama sürekliliğin sağlanmasını meşru bir zeminde tutturabilmenin enstrümanı olduğundan, vazgeçilemezdir de.
Seçmek, bu anlamda çok işe yarar. Ancak seçilenin bilgi birikiminin, karakterinin, insanlıkla olan ilişkisinin fazla önemsenmediği sürece. Bunlar önemsenmeye başladığındaysa büyü bozulur. Çok seslilik her ne kadar kulağa hoş gelse de, çok olan seslerin çok olan kişilere aynı düzenlilik ve dürüstlükle ulaştırılıp bu çok seslerin yine çok kişilerce tartışılamadığı, tartılamadığı, yargılanamadığı ortamlarda hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
TEK SESLİLİĞE EVİRİLME
Çıkar çatışmalarının sınıflar arası ve sınıf içi çatışmalara uzandığı bir sosyoekonomik yapıda çok partililiğin ancak görüntüyü kurtardığı ortadadır. Seçen ve seçtiren bu bağlamda ittifak içerisindedirler ve sürekliliğin bu sayede sağlanacağını iyi bilirler. Bir anlamda çok seslilik, tek bir seste birleşmektedir ve çok siyasi partilerin çok siyasi program sunacak halleri kalmadığından tek bir partiye, fiziksel anlamda olmasa bile, dönüştükleri açıktır.
Sosyalist devrim bu dönüşmenin ete kemiğe bürünmesi ve iktidarın süreklilik zemininde dans eden seçtirenlerden alınıp, toplumun en genelini oluşturan seçmenin eline verilmesidir. Buradaki “enstrüman”sa kişilerin üzerine çıkan ve tek tek gerçek kişilerden oluşan komünist partisidir. Böylelikle çok parti iktidarı yerini elle tutulabilen bir tek parti iktidarına terk etmektedir. Burada her ne denli, “çok seslilik” ya da “farklılaşan bireysel çıkarlar”ın tek bir ortak çıkara disipline edilmesi olarak kötülense de, tek parti iktidarlarının kişisel hak ve özgürlükleri teminat altına alması konusunda daha gerçekçi olduğu ortaya çıkar. Çünkü komünist partisinin ayakları çıkar çatışmalarının süreklileştirilmesi zeminine değil çok olduğunu sınıf çatışmalarının gümbürtüsü arasında “çok” insanlara duyuramayan çoğunluğun adına iktidara basar ve ayrıca da çok sesli şamatanın sesini kısmaktadır.
Sosyalizmi bir, “tek parti demokrasisi” olarak tanımlayabilir miyiz? Kuşkusuz ki evet, tanımlayabiliriz! Gerçi demokrasiyi birçok partinin politik bir yarışı olarak gören burjuva anlayışı ve demokrasinin ne olabileceği üzerine pek kafa yormayıp çok parti formülünü içerisinde çoğulculuk ifadesi taşıdığı için hemen kabullenen sınıflarüstü objektif(!) bakış bu kabullenme karşısında şoka girecektir, fakat gerçek budur. Tabii burjuva anlayışının bilinçli bir tahlili içerdiği varsayıldığında şok olması pek de beklenemez; “beklenen bir itiraf”tır bu onlar için. Asıl acınacak durumda olan diğer taraftır. Yani, sosyalizme sempati duygularıyla bakmanın ötesinde ne olduğunu anlamak cüretine başvuramayanlar; işin ucunda özel mülkiyet yok mu, işte o nedenle.
Tek parti, yani komünist partisi, sosyalizmin doğru inşa edilebilmesinin yegane teminatıdır. Ve bu, çok seslerin çok insanlar tarafından duyulabilmesinin sağlanması süreciyle doğrudan ilintilidir. Başka türlüsü bilimsel sosyalizmin sınırları dışındadır ve tartışmasız olarak komünizme yönelmenin önüne örülen bir engeldir. Tek parti olacaktır; Sosyalizmin insanlığın yeniden vahşet dönemine geri dönüş yapması dayatmasına karşı tek çare olduğuna inanlar bu partinin içerisinde yer alacaklar, bu parti içerisinde mücadele edecekler, çok sesler bu parti saflarında dillenecek ve yine bu parti saflarında her bireyin ortak çıkarı olarak, tek toplumsal hedefe dönüşecektir.
Ha, bu partiye nasıl katılırlar? Hangi süreçte katılırlar? Elbette bu katılımın katılacak kişilerin salt tercihlerini aşan bir takım kuralları olacaktır ve bu kuralları sosyalizmin genel prensiplerine göre uygulanmasını gözeten parti kurulları bu kararda belirleyici olacaklardır. Bunun yanısıra gerek parti kurulları ve gerek partinin merkez karar organları kimsenin tekelinde değildir; partiye katılım kurul ya da organlarda görevli kişilerin tercihlerine göre değil, bu kişilerin sosyalist prensiplerden aldıkları ölçütlere göre belirlenir.
TEK PARTİ İKTİDARINDA ‘SEÇMEK İŞİ’
Sosyalizmde seçimlerin nasıl olduğu konusu sosyalizmde başka şeylerin nasıl olduğu konularının yanında biraz geri plana itilmiştir sanki. Bunda, “Tek parti yönetiminin egemenliğinde seçimin ne gibi bir belirleyiciliği olabilir ki?” ucuzluğunun payı da yok değildir. Çok sesliliğin gerçek anlamda -gönül rahatlığıyla ifade etmekten çekinmememiz gereken- tek parti, proletarya partisi diktatörlüğünde kendisini ifade edebildiği neden kabul edilmez? Lanetli, “diktatörlük” sözcüğü dolayısıyla herhalde. Oysa herkes sanki diğerlerinden saklıyormuşçasına, gizli gizli, bu diktatörlüğün sosyalizm öncesi sosyoekonomik yapılarda ezilmekte olan emekçi çoğunluğun, hem de nicel olarak ezici çoğunluğun iktidarı olduğunu bilir.
İnsanlıkla bağını koparmış bir avuç soytarının toplumun genelinin boğazına çökmesi eğer “çok sesli, hür ve insan haklarına saygılı demokrasi”yse, boğazına çöreklenilmiş insanların bu tarihsel sürekliliği tersyüz edip soytarıları kafeslerine geri koyması elbette ki diktatörlük olacaktır; fena bir durum da değildir doğrusu.
Proletarya diktatörlüklerinde ölüler mezarlarından kalkıp sandığa gidemezler, çünkü onlar artık ölmüştür. Proletarya diktatörlüklerinde seçim sandıklarından asla seçmen sayısından fazla oy çıkmaz, çünkü proletarya diktatörlüklerinde seçenler de seçilenler de birer enstrüman değil, aklı başında birer insandırlar. Proletarya diktatörlüklerinde küçük çocuklar asla ve hiçbir şekilde sokaklarda kağıt mendil satmazlar, çünkü proletarya diktatörlüklerinde çocuklar çocuktur ve okul dışında doğru dürüst alanlarda oynamakla iştigal ederler. Proletarya diktatörlüklerinde gerçek çok sesliliği teminat altına alan bir yığın şey sayfalar boyu sıralanabilir ama buna gerek var mı? Daha önce toplumda olup biten ve toplumun en genelinin yaşamlarını karartan ne varsa bu diktatörlükte tersine döner, deyip kısa kesmek en doğrusu.
Seçmek işine gelince: Proletarya diktatörlüğü, toplumu herkesin ortak çıkarları doğrultusunda yönetebilme yeteneğine sahip, bilgi ve görgü düzeyi yüksek, temsil yeteneği ve özverisi olan, dürüst bireylerin seçilerek göreve atanmaları, gerektiğinde de görevden kolaylıkla alınmaları zeminini sağlar. Seçmen kimi seçtiğini bilir, seçilen kişiyi yakından tanır. Çünkü aday, birlikte çalışmış olduğu, huyunu suyunu çok iyi bildiği kendi adayıdır.
Sosyalizmde toplum yönetimi toplumun bizzat kendi sorumluluğudur ve yasama organlarına seçerek gönderdiği kişilerden de bizzat kendisi sorumludur; iki eli seçilmişin yakasındadır. Sosyalist toplumda odun yalnızca yakacak olarak kullanılır.
KÜBA
İlkokul, orta okul çocuklarının seçimlerde sandık nöbeti tuttuğu tek ülke herhalde Küba’dır. Seçim sandıklarının her iki yanında birer çocuk, iki saatte bir nöbet sırasını bekleyen arkadaşlarıyla değişerek sandıklar açılıp, kesin sonuçlar imza altına alınıp, belgeler seçim komisyonu görevlilerine teslim edilene kadar seçmen oylarının güvenliğini sağlarlar. Nöbetlerini tutarken ne sandık görevlileri, ne öğretmenleri, ne de anne babaları ve ne de Devlet Başkanı onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyebilir. Çünkü onlar ne yapmaları gerektiğini çok iyi bilmektedirler, bunu büyük bir ciddiyetle yerine getirirler. Herhangi bir sorun çıktığında nöbetçi çocuklar, en ilk ve tek doğru tanıktırlar. Seçim komisyonu, başka hiçbir kimsenin tanıklığını dikkate almaz. Seçmenin kullanmakta olduğu “oy”unun değerini bundan daha gerçek ilan edecek, kanıtlayacak bir başka yöntem olabilir mi? Sandık başında okul önlükleriyle nöbette olan çocuklar, oy veren her bir seçmeni dikkatle izler ve ayrı ayrı selamlayarak seçme işinin önemini ayrıca ilan ederler.
Küba Komünist Partisi artık vekil adaylarını kendi içinden, atama yoluyla belirlememektedir. Adaylar, öncelikle, bizzat halk tarafından adaylıkları onaylanarak belirlenmekte ve aday gösterildikleri bölgedeki seçmen sayısının en az yüzde 50’sinin oyunu almak koşuluyla meclislere girebilmektedirler. Bu oy oranı, yüzde 49,9 dahi olamaz; en az, yüzde 50 virgül küsur olmalıdır. Bu gerekli oran sağlanamazsa seçim yeni aday(lar)la yinelenir. Bu kuralın istisnası yoktur ve Küba’da her seçimden sonra kimi bölgelerde adayların yeterli oyu toplayamamaları sonucu seçimlerin tekrarlandığı, bir rejim propagandası değil, uluslararası komuoyunda da ilgilenen herkesçe bilinen bir gerçektir.
İDARİ YAPI VE TEMSİL
Küba Cumhuriyeti idari olarak 15 eyalet, 1 eyalet statüsünde olan “özel bölge/belediye” ve 15 eyaletin dahilindeki toplam 168 belediyeden oluşmakta. Her belediye ve eyaletin kendi meclisi, meclis başkanı ve meclis komiteleri bulunuyor. Küba Cumhuriyeti’nin en yüksek yasama organıysa, tüm belediye ve eyalet meclislerinin temsil edilmekte olduğu, üyeleri doğrudan halk tarafından seçilen merkezi, “Halkın İktidarı Ulusal Meclisi”. Bölgesel ekonomik, sosyal ve kültürel konularla ilgili belediye meclisleri karar alabiliyorlar, atama yapabiliyorlar. Ancak ülke çapındaki mali ve idari konularda yasama yetkisi yalnızca ulusal mecliste. Dolayısıyla hükümet ve ulusal meclisin yetkilerini taşıyan Devlet Konseyi ulusal meclis içerisinden seçiliyor, yargı organları ulusal meclis tarafından atanıyor.
Küba Cumhuriyeti’nde doğrudan seçimle göreve getirilen ve bulundukları bölgede devleti en üst seviyede temsil etmekte olan kurullara, Halk İktidarı Meclisleri adı verilir. Tüm belediye merkezlerinde ve eyalet başkentlerinde kurulmuşlardır. Halk İktidarı Belediye Meclisleri ve Halk İktidarı Eyalet Meclisleri olarak adlandırılırlar. Bunların dışında, en dar anlamda, Halk Konseyleri olarak adlandırılan ve kentlerde, kasabalarda, mahallelerde, kırsal alanlarda halkın doğrudan kendi içinde kurduğu kurullar da, halkın ve yerel inisiyatiflerin kendi sorunlarının çözümüne en geniş anlamda katılımını teşvik etmek doğrultusunda üst düzeyde yetkiye sahiptirler. Halk İktidarı Eyalet Meclisleri ve Halk İktidarı Belediye Meclisleri bu konseylerin örgütlendikleri yerel yasama birimleridir. Bu birimler, ulusal meclis ve merkezi hükümet kararlarının uygulanmasını sağlarlar ve denetlerler. Bunun için kendi bünyelerinde her yasama döneminde yenilenen komiteler oluştururlar.
Halk İktidarı Belediye Meclisleri’nin görev süresi iki buçuk yıldır. Geçtiğimiz nisan ayında yenilenen (19 Nisan 2015) 168 belediye meclisinde görev yapmak üzere toplam 12 589 delege/vekil seçildi ve mayıs ayında fiilen görevlerine başladılar. 15+1 eyalet meclisi ve ulusal meclis için genel seçimlerse beş yılda bir, aynı anda yapılmaktadır. Son genel seçimler 2013 yılı şubatında yapıldı ve ulusal meclise 612, eyalet meclislerineyse toplam 1 269 milletvekili seçildi. Bir önceki dönemde (2008-2013), Halk İktidarı Ulusal Meclisi milletvekili sayısı 614’tü. Dolaysıyla mevcudu nüfus oranına göre her seçimde yeniden belirlenen ulusal meclisteki milletvekili sayısında da azalma oldu.
Seçim yasasına göre Küba halkının “temsil birimi” her 399 vatandaşa en az 1 vekil, her 2 800 vatandaşa en fazla 8 vekil olarak toplam nüfusa dağıtılmış durumda. Buna göre yaklaşık her 500 vatandaş 1 temsilci/delegeyle belediye, eyalet veya ulusal mecliste temsil edilmiş oluyor. Halk İktidarı Ulusal Meclisi’nin temsil oranıysa buna göre, yaklaşık 20 bin vatandaşta 1 olarak gerçekleşiyor.
ADAYLIK, SEÇİLME VE VEKİLLİK
En küçük yasama birimi olan, Halk İktidarı Belediye Meclisleri için adaylar, belediyenin bulunduğu bölgede çalışmakta olan sendikalar, çiftçi birlikleri, kadın federasyonu, lise ve üniversite öğrenci birlikleri, devrimi savunma komiteleri ve halk konseylerinin temsilcilerinden oluşan seçim komisyonları tarafından ortaklaşa belirleniyor. Küba Komünist Partisi, 1992’de anayasada yapılmış olan bir değişiklikle aday gösteremiyor, gösterilmiş adaylar arasından tercih belirtemiyor. Ancak parti üyeleri parti kimlikleri öne çıkartılmadan seçimlerde aday gösterilebiliyorlar.
Seçim komisyonları her vekillik için en az iki, en fazla sekiz aday belirlemek durumundadırlar. Adayların belirlenme sürecinde kurumlardan gelecek öneriler göz önüne alınır, kişiler kendi kendilerini aday olarak öneremezler, bunun çalışmasını yapamazlar.
Eyalet meclisleri ve ulusal meclis vekillikleri içinse adayların yüzde ellisi belediye meclislerinde görev yapmakta olan vekiller arasından, meclislerin genel kurullarınca belirlenir. Dolayısıyla eyalet meclislerinde ve ulusal mecliste görev yapmakta olan vekillerin yarısı, aynı zamanda da bağlı bulundukları belediye meclislerinin vekilleridirler. Her belediye ulusal mecliste en az iki milletvekiliyle temsil edilir. Bunlardan biri ilgili belediyenin halihazırdaki vekiliyken, diğeri meclis dışından vekil seçilmiş bir vatandaş olmalıdır. Bu, en ücra bölgelerdeki seçmenlerin bile ulusal meclisin ve hükümetin çalışmaları hakkında birinci elden bilgi sahibi olması, sırasında da “müdahil olabilme”si olanağını sağlamaktadır.
Adaylık için aranılan ön koşullar: Küba vatandaşı olmak, aday gösterildiği tarihte 16 yaşını -ulusal meclis için, 18 yaşını- doldurmuş olmak, aday olduğu seçim bölgesinde en az beş yıldan beri ikamet ediyor olmaktır. Komisyonlar belirledikleri adayların ilgili seçim bölgesindeki seçmenlerce tanınması ve adaylıklarının onaylanması için işyerlerinde, kurumlarda, mahallelerde, okullarda, kırsal kesimlerdeyse biraraya gelinebilecek her yerde çalışma yaparlar. Adayların bu toplantılarda anket ya da doğrudan oylama yoluyla bölgedeki kayıtlı seçmenlerin en az yarısının onayını alması gerekmektedir. Onaylama her aday için ayrı ayrı yapılır; seçilecek vekil sayısı, adayların bu sayıya göre onaylanmasını gerektirmez. Onay alamayan adayların yerine yeni adaylar gösterilir. Haliyle çevrelerinde olumsuz yanlarıyla tanınan kişiler ya da yaşadıkları çevrenin sorunlarına ilgisiz olanların aday olma şansları daha başından yoktur. Kişilerin kendi kendilerini aday göstermeleri de pek kabul gören bir davranış değildir.
Aslında seçmenlerin tamamı seçim komisyonlarını oluşturan kuruluşlardan en az bir tanesine mutlaka üyedirler ve dolayısıyla aday belirleme süreçlerine en başından müdahil olma olanakları vardır. Sonuçta seçmenin tanımadığı ya da onaylamadığı birinin aday olması ya da adayların seçim komisyonlarını oluşturan kurumlarca dayatılması mümkün değildir. Adaylar seçmenlerce onaylandıktan sonra, adları ve kimlik bilgileri Ulusal Seçim Komisyonu’na iletilir. Tüm bu işlemlerin tamamlanıp aday listelerinin kesinlik kazanmasından sonra, adayların güncel fotğraflarını taşıyan -bir dosya kağıdı boyutundaki- kısa özgeçmişleri ait oldukları bölgelerde, herkesin görebileceği yerlere asılır. Seçim tarihine kadar adayların seçmenlerle olan ilişkisi tümüyle seçmenin iradesine bağlıdır. Aday herhangi bir şekilde propoganda veya toplantı girişiminde bulunamaz. Seçmenlerin talepleri doğrultusunda seçim komisyonları, adaylarla herkese açık alanlarda biraraya gelinmesini sağlarlar. Bunun dışında da adayların seçim tarihine kadar “rahatlıkla ulaşılabilir” bir konumda olmalarına dikkat edilir.
Aynı kural seçildikten sonrası için daha da önem kazanır. Halk tarafından “vekil” olarak seçilen kişinin üstlendiği sorumluluğun bilincini taşıması ve kendisini tümüyle kamu hizmetine vermesi beklenir. Milletvekili, bu görevin kendisine ve ailesine, yakınlarına ek bir -maddi veya manevi- getirisi olamayacağını bilir, ona göre görevi kabul eder. Vekiller hizmet süresince önceki işyerlerinde ne maaş alıyorlarsa, vekillik süresince de aynı maaşı almaya devam ederler ve hizmet süresi sonunda tekrar eski görevlerine dönerler. Vekillik, kendilerine ek bir maddi avantaj veya terfi sağlamaz, normal emekliliklerini etkilemez. Zaten, Halk İktidarı Meclisleri’nin yasalara göre, olağanüstü oturumlar haricinde, yılda yalnızca iki kez genel kurul yapmaları vekillerin vekillikleri süresince de kendi normal işlerinde çalışmaya devam etmelerine engel olmamaktadır.
Bu durumun istisnası ancak vekilin “meclis komiteleri”nde görev alması veya yönetim kademelerine seçilmesi durumudur. Ancak bu istisna, yasama süresinin sonunda vekilliğin de son bulmasıyla bu görevlerin sona ereceği kuralını değiştirmez. Yalnız, vekilin bir sonraki yasama dönemi için yeniden aday gösterilmesi ve seçilmesi durumunda devam edebilir. Bu durumlarda vekilin işyerindeki tüm hakları dondurulur, maaşı görev süresi bitimine kadar herhangi bir eklenti yapılmaksızın meclis bordrosuna devredilir. Ulusal meclisin kendi içerisinden yalnızca ilgili yasama dönemi için seçerek görev verdiği Devlet Konseyi, Devlet Başkanı, bakanlar, yardımcıları, sekretaryalar da aynı kurallara tabidir.
Meclislerin kendi içlerinde gerekli gördükleri çeşitli konularda, alanlarda oluşturdukları komitelerin yürütme üzerinde halk adına denetleme gücüne sahip olduğunu ve bakanları kontrol edebildiğini de buraya eklemekte yarar var. Bu nedenle eğitim, sağlık, gençlik, yatırımlar vb. komitelerin her yasama dönemi için sürekliliğini, ancak üyeleri olan milletvekillerinin her yasama dönemi için yeniden seçildiklerini de not edelim.
Küba’da seçimler tek kademelidir, doğrudan ve basit çoğunluğa dayalıdır. Vekil seçilebilmenin ilk koşulu, diğer adayların almış oldukları oy oranından bağımsız olarak, bizzat geçerli oy sayısının yüzde ellisinden fazla oy almış olmaktır. Eğer birden fazla vekil seçilmesi söz konusuysa seçilecek her vekilin öncelikle bu koşulu yerine getirmesi beklenir. Oyların seçilmek için yetersiz kaldığı durumlarda seçim tekrarlanır. Birden fazla vekilliğin söz konusu olduğu bölgelerde seçim tekrarı yalnızca yüzde 50’nin üzerinde oy alamayan vekillikler için tekrarlanır. Meclislerdeki görevlendirme oylamalarında da aynı kurallar geçerlidir.
Meclislere ilk kez seçilen vekiller, göreve başlamadan önce eyalet meclisleri veya ulusal mecliste görev yapmakta olan memurlar tarafından “oryantasyon eğitimi”ne tabi tutulurlar. Bu eğitimde vekillere meclis çalışma kuralları, ilgili yönetmelikler ve sorumlulukları anlatılır. Küba’da meclislere seçilen tüm vekiller seçildikleri yasama süreleri içerisinde dokunulmazlık hakkına sahiptirler. Dokunulmazlıkların vekil hakkındaki hukuki işlemlerin yerine getirilebilmesi için sınırlandırılması ya da kaldırılması yetkisi yalnızca meclis genel kurulunun, genel kurulun toplanmasını bekleyemeyecek durumlarda da ancak, Devlet Konseyi’nin yetkisindedir. Bu durum, “suçüstü” halleri için de geçerlidir. Ancak milletvekilleri “tanık olarak”, meclislerin iznine bağlı olmaksızın hakim karşısına veya mahkeme kurulu huzuruna çıkartılabilirler.
Vekillik yasama süresinin sonunda kendiliğinden sona erer. Ancak yasama süresi içerisinde de bazı durumlarda vekilliğin sona ermesi veya “geri alınması” söz konusudur. Bunun en başta gelen nedeni vekilin kendi bölgesindeki seçmen tarafından imza toplanarak “düşürülmesi”dir. Meclisler seçmenden gelebilecek böyle bir talebi yürürlüğe koymak durumundadırlar. Bu sürecin işleyişi yasalarda açıkça belirlenmiştir. Bunun dışında istifa, ölüm veya vekilin çalışmalarını kısıtlayan sağlık nedenleriyle de vekillik son bulur.
Yukarıda belirtilmiş olan koşullar Küba’da milletvekilliğinin burjuva parlamentarizm anlayışına göre pek de cazip bir görev olmadığını açıkça göstermektedir. Hiçbir maddi ya da manevi ayrıcalık kazandırmamasının yanısıra ağır görev ve sorumlulukları da beraberinde getiriyor olması Küba’da vekilliğin ancak oldukça üst düzeyde bir bilince dayanan özveriyle yürütülebileceğini kanıtlar. Vekilliğe seçilecek kişinin bu özelliklerinin ayrıca onu seçecek olan kişilerce de bilinmesi, kabul edilmesi de bir diğer önemli faktördür. Dolayısıyla aday gösterilen kişilerin bu yükümlülükleri kavramış olmalarının yanısıra seçmenin de buna ikna olmuş olması gerekmektedir. Vekil seçildikten sonra her an geriye çağrılabileceğini de bilerek.
SEÇMENLİK VE OY VERME İŞLEMLERİ
Küba vatandaşları 16 yaşını doldurdukları gün ikamet ettikleri adrese göre seçmen sandık listelerine kendiliğinden girerler. Ayrıca kendilerini seçmen olarak kaydettirmek gibi bir yükümlülükleri yoktur. Vatandaşını seçmen olarak kaydetmek devletin görevidir. Seçimlerde oy vermek, Küba vatandaşları için geri alınamaz bir haktır ve/fakat zorunlu değildir.
Seçimler öncesi seçmen listelerinin hazırlanarak herkesin rahatça görebileceği bir yere asılması, ilgili bölge idari birimlerinin görevi olmasının yanısıra, seçim komisyonlarını da bağlar. Seçim komisyonları yukarıda belirtildiği şekilde ülke çapındaki 24 binden fazla seçim bölgesinde, her bölgenin durumuna göre oluşturulurlar ve Halk İktidarı Ulusal Meclisi tarafından görevlendirilen, Ulusal Seçim Komisyonu’na bağlı olarak görev yaparlar.
Seçmen listelerinde adının yer almıyor olması seçmenin oy kullanma hakkını ortadan kaldırmaz. Zaten temel olarak seçmen, kimliğini kanıtlayan bir belgeyle, ki bu vatandaşlık kimliği veya mahkemeler tarafından verilmiş ve kimlik yerine geçen bir belge olabilir, oyunu kullanabilir. Aynı şekilde, seçim günü seyahat etmekte olan seçmenler de kimliklerini kanıtlayarak terminallere kurulmuş olan sandıklarda oy kullanabilirler.
Küba Cumhuriyeti Anayasası’na göre seçimlerde oy kullanamayacak olanlar yalnızca, “a) zihinsel engelli oldukları mahkemece beyan edilen zihinsel engelliler ve b) suç işlemiş ve bu sebeple oy verme hakkını kaybetmiş olanlar”dır (Madde: 132).
Seçim günü seçmenler, kendi belediye meclislerince belirlenmiş, içerisinde eyalet meclisi ve ulusal meclis adaylarının yer aldığı bir oy pusulasıyla oylarını kullanırlar. Oylama gizli yapılır. Seçmen adayların tümüne ya da seçtiklerine oy verebilir veya hiçbirine oy vermeyebilir. Dilerse boş oy kullanabilir ya da sandığa hiç gitmeyebilir. Sandığa gitmemenin herhangi bir cezai yaptırımı yoktur.
Seçim tarihleri en az 120 gün öncesinden, Devlet Konseyi tarafından halka duyurulmaktadır. Bu süre içerisinde de yukarıda özetlenmiş olan tüm süreçler tamamlanır ve ülke seçime hazır hale gelir.
SEÇİM KOMİSYONU
Ulusal Seçim Komisyonu, Küba vatandaşlarının en az birisinin doğal üyesi oldukları İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Kadınlar Federasyonu, Küçük Çiftçilerin Ulusal Birliği, Devrimi Savunma Komiteleri, Orta Öğrenim Öğrenci Federasyonu ve Üniversite Öğrencileri Federasyonu delegelerinin Halk İktidarı Ulusal Meclisi tarafından görevlendirilmesiyle oluşur. Komisyon başkanlıklarıysa genellikle, Küba Sendikaları Merkez Örgütü temsilcileri tarafından yürütülür. Ulusal komisyon ülke çapındaki tüm seçim bölgelerinde görevlendirilmiş seçim komisyonlarının oluşumundan ve çalışmasından sorumludur. Bir seçim komisyonunda görev almanın -yukarıda sayılan örgütlerce görevlendirilmiş olmanın dışında- tek koşulu oy verme hakkına sahip olmaktır.
Seçim sandıklarının yerleştirilmesi, her sandık için görevlendirilecek en az üç kişinin tayini ve eğitimi, seçmen ve aday listelerinin, aday tanıtımlarının zamanında hazırlanarak halka ilanı, adayların bölgelerinde halkla yapacakları toplantıların düzenlenmesi, oy sayımlarının toplanması ve sonuçların en kısa zamanda doğrudan halka duyurulması komisyonların başlıca görevleridir. Genel seçim sonucunun kesinleştirilerek açıklanması, Ulusal Seçim Kurulu başkanı tarafından açık basın toplantısında yapılır.
Küba Cumhuriyeti seçimlerindeki uygulama, “gizli oy, açık sayım”dır.
VEKİLLERİ BEKLEYEN GÖREVLER VE SORUMLULUKLAR
Milletvekillerinin başlıca görevi yasama dönemi süresince seçmenleriyle teması sürdürerek seçildikleri bölgenin sorun ve taleplerini çalıştıkları meclislere aktarmaktır. Aynı şekilde, meclis çalışmaları konusundaki her türlü bilgiyi de seçmenlerine, halka aktarırlar. Özellikle devlet politikalarını, ekonomik kararların detaylarını seçmene açıklamak ulusal meclis vekillerinin sürekli görevlerindendir.
Meclis başkanları, başkan yardımcıları ve meclis sekreterleri seçim sonuçlarının ilanından sonra toplanacak ilk genel kurulda vekiller arasından seçilirler. Bu seçimlerde de adaylar milletvekillerince önerilir ve basit oy çoğunluğuna göre seçilir.
Ulusal meclis milletvekilleri, Devlet Konseyi üyelerine, bakanlara soru yöneltme ve sorularına aynı oturum sürecinde ya da müteakip oturumda yanıt alma hakkına sahiptirler. Milletvekillerinin görevlerini yerine getirme sürecinde tüm devlet organları ve işletmeleri milletvekilleriyle tam bir işbirliği göstermekle yükümlüdür (Anayasa, madde: 86 ve 87).
Milletvekilleri meclislerin bünyesinde kurulan ve yasama dönemi süresince görev yapacak olan çeşitli, sürekli komitelerde görev alabilirler. Bu durumda işyerlerinden izinli sayılarak mesailerini tümüyle komite çalışmalarına verirler. Ulusal meclis bünyesinde oluşan komitelerde 2013-2018 yasama döneminde görev yapmakta olan toplam milletvekili sayısı meclis toplam üye sayısının üçte ikisine yakındır.
Devlet Başkanı, ki aynı zamanda da başbakan ve Devlet Konseyi başkanıdır, dönem vekilleri arasından aday gösterilerek basit oy çoğunluğuyla beş yıllığına ilgili, tek yasama dönemi için seçilir. Devlet Başkanı yardımcıları, Devlet Konseyi üyeleri ve hükümette yer alacak bakan adayları Devlet Başkanı tarafından ulusal meclise önerilir ve meclis tarafından onaylanarak aynı dönem için görevlendirilirler.
Halk İktidarı Ulusal Meclisi, yılda en az iki kez olağan olarak ve ayrıca milletvekillerinin, Devlet Konseyi’nin ya da hükümetin gerekli görmesi durumlarında olağanüstü olarak toplanır. Meclis oturumlarının önceden belirlenmiş bir süresi yoktur. Görüşülmesi ve karara bağlanması gereken konular sonuçlanıncaya kadar oturumların sürmesi yasa gereğidir. Bu süreler dışında meclisin yasama işlevi Devlet Konseyi tarafından, ulusal meclisin belirlemiş olduğu çerçevede yürütülür. Aynı şekilde meclis komiteleri de yürütmenin çalışmalarını denetleyerek veya hazırlanması gereken yasa taslakları üzerinde çalışarak yasama süresi boyunca aktif bir biçimde görevlerini sürdürürler.
Ulusal meclis milletvekillerinin bir başka görevi de ulusal meclis çalışmaları konusunda bağlı oldukları belediye meclislerini düzenli raporlarla bilgilendirmektir. Bu raporlar ulusal meclis komitelerinin çalışmalarını da kapsar. Dolayısıyla ulusal meclis bünyesinde hazırlanmakta olan yasa tasarılarının detaylarıyla ilgili olarak halk, birinci elden bilgilendirilmiş olur. Bu işlev aynı zamanda da, komitelerde görevli milletvekillerinin halktan yasa tasarılarıyla ilgili gelecek olan görüş ve önerilerin meclislere taşınmasını sağlamaktadır.
PARTİLİ OLMANIN SORUMLULUKLARI
Küba Komünist Partisi her ne kadar seçimlerde aday gösterme sürecinden geriye çekilmişse de devlet kurumlarının işleyişi içerisinde ve kamu hizmetlerindeki öncülüğünü sürdürmektedir. Parti üyeleri, genel ulusal eğitim sisteminin yanısıra parti okullarında da eğitim almakta ve gönüllü kamu işlerinde sürekli ön planda çalışmaktadırlar. Yaşadıkları çevrede, bölgelerde, işyerlerinde, sendikalarda, kadın ve çiftçi federasyonlarında, öğrenci gençlik içerisinde, eğitim ve kültür faaliyetlerinde sürekli olarak kendilerini kabul ettirme gayreti içerisinde olmaları başlıca üyelik yükümlülüklerindendir. Bu anlamda Küba Komünist Partisi’nin oldukça seçici davrandığı ve üyelerini sürekli olarak halkın içerisinde ve aktif bir şekilde tutmakta olduğu söylenebilir.
Buna karşılık Küba’daki sosyal yaşam içerisinde partinin ağırlığı ya da varlığı da pek hissedilmez.
Parti kadrolarının özellikle Devrimi Savunma Komiteleri, İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Kadın Federasyonu, Çiftçi Birlikleri, öğrenci federasyonları içerisindeki gönüllü ve ortaklaşmacı çalışmaları dikkat çekicidir. Küba’da sıkça yaşanmakta olan fırtına veya kasırgaların olumsuz etkilerine karşı halkın örgütlenmesinde, önlem almasında oldukça hızlı ve pratik bir şekilde hareket ederler. Bu sayede de, örneğin benzer doğal afetlerden etkilenen çevre ülkelerin, ABD’nin yaşadığı can kayıpları burada hemen hemen hiç yaşanmaz. Bulundukları her yerde halkın güvenini kazanmışlardır. Bunların yanısıra parti, kendi kurullarında aldığı kararların parti üyesi olmayanlarca da benimsenmesine, önerilerinin Halk İktidarı Meclisleri’nce tartışılarak kabul edilmesine de önem verir. Politikaların ikna yoluyla benimsetilmesi esastır.
Aynı şekilde ekonomiyle ilgili kararlarda, bir üretimin artırılması veya üretim ağırlığının bir kalemden diğerine aktarılması konusundaki kararlar öncelikle öneri olarak ilgili sendikalara, çiftçi birliklerine, bölgedeki belediye meclislerine götürülür, buradaki tartışmaların ve oturumların sonuçlarına göre ulusal meclis komitelerince şekillendirilerek meclis gündemine sokulur. Bu süreçlerin sağlıklı olarak işlemesi ve halk katılımının en üst seviyede olması komünist parti üyelerinin başlıca çalışma alanlarındandır.
Dolayısıyla parti üyeleri tüm seçim bölgelerinde çalışkanlıkları, özverileri ve bilgi düzeyleriyle öne çıkarak, yalnızca kendi bileklerinin hakkıyla, aday gösterilebilmekte, meclislere seçilebilmektedirler. Adaylarda komünist parti üyesi olma koşulu aranmaz ama, komünist parti üyelerinin aday gösterilmelerine de bir engel yoktur. Parti üyeleri genellikle de aday oldukları bölgelerde seçilirler.
SON GENEL SEÇİMLER VE SONUÇLARI
Küba Cumhuriyeti’ndeki son genel seçimler 2013 yılının şubat ayında yapıldı. Bu seçimlerde kayıtlı toplam, 8 631 836 seçmenin, 7 877 906’sı oy kullandı. Kullanılan oyların, 94 808’i geçersiz sayıldı, 364 576 seçmen de boş oy kullandı. Toplam, 7 418 522 geçerli oydan, 1 387 307’si tercihli olarak kullanıldı. Geriye kalan, 6 031 215 oysa listelerin tamamına verildi. Seçmenler bu seçimde, ulusal meclise 612 milletvekili ve eyalet meclislerine de toplam, 1 269 vekil seçti. Bu vekiller 2018 yılına kadar görev yapacaklar.
Bu seçimlerde kadınlar önemli başarılar elde etmeye devam ettiler ve ulusal meclisteki sayılarını 299 vekile yükselterek yüzde 49 oranına yaklaştılar. Eyalet meclislerindeyse oran, 15+1 eyaletin ortalamasında yüzde 50’yi geçti. Aynı zamanda, 10 eyalet meclisinin başkanlığını, 7’sininse başkan yardımcılıklarını ele geçirdiler. Kadınlar, 3 eyalet meclisinde hem başkanlığı, hem de başkan yardımcılığını ellerinde tutmaktalar.
Ulusal meclisteyse, meclis başkan yardımcısı zaten uzunca bir zamandır kadındı; Devlet Konseyi üyeliklerini yüzde 42’ye yükselttiler, sayısı 6 olan Devlet Başkanı ve Başbakan yardımcılıklarının 2’sini aldılar, kadın bakan sayısıysa 8’den 10’a çıktı; toplam 23 bakanlık var. Adalet, Eğitim, Ekonomi ve Planlama, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Bilim Teknoloji ve Çevre, İletişim ve Haberleşme, İç Ticaret, Finans ve Fiyatlandırma, Gıda Sanayii bakanlıkları ve bakanlık düzeyindeki Ulusal Su Kaynakları Enstitüsü başkanlığı kadın bakanların yönetimindedir.
Uluslararası Parlamentolar Birliği’nin Küba’daki 2013 seçimleriyle ilgili yayımladığı raporda, Halk İktidarı Ulusal Meclisi’nin bu seçimlerde yüzde 67 oranında yenilendiği yazılmaktadır. Buna göre meclise seçilmiş olan toplam 612 milletvekilinin 410’u ilk kez ulusal mecliste görev almaktadırlar. Seçim sonuçlarının yayımlandığı diğer kaynaklarda da yeni meclisin yaş ortalamasının 48 olduğu ve üniversite mezunu vekil oranının da yüzde 82’yi aştığı aktarılmaktadır. Yaklaşık üçte ikisi yenilenen ulusal meclise seçilmiş olan siyah milletvekillerinin oranıysa yüzde 37’i geçmiştir.
Son seçimlerle ilgili tüm bu verilerin ardından sosyalizmin kadın erkek eşitliğini toplumsal yaşam bazında artık geriye dönülmez bir biçimde yerleştirdiğini, gençliğin önünü açtığını, eğitim ve bilime insanlığın ilerlemesi yolunda öncelik verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette insanlık adına son derece umut veren bu kazanımların sosyalist prensiplerin teoriden doğrudan aktarılmasıyla değil, ülke gerçekleri, koşullarıyla harmanlanarak dürüst bir şekilde uygulanmasıyla ilişkilendirilmesi hiç de abartma olmayacaktır. İnsanların içinde yaşadıkları toplumun yönlendirilmesinde, yaşamın daha da iyileştirilmesinde tek tek irade sahibi olabilmeleri, bunu için kendi bireysel seviyelerini geliştirebilme olanaklarını verecek koşullara egemen olmalarını sağlayacak politikaları uygulayabilecekleri konumlara ulaşmalarında seçimler, hiç tartışılmaz bir değer kazanmaktadır. Bu bağlamda, “Seçmek ne işe yarar?”, diye sormanın da artık anlamı kalmıyor.
Celil Denktaş