Küba devriminin 50 yılı aşkın tarihi, ABD’nin burnunun dibinde yazılmadı, ABD’nin hedef tahtasında yazıldı. Küba destanı, ABD tarafından Küba’ya karşı yürütülen bir savaşın ağırlığı altında yazıldı. ABD’nin her türlü açık ve örtülü saldırıya, sistematik bir biçimde, ahlakı bir yana bırakın uluslararası hukuku hiçe sayarak başvurduğu bir savaşın koşulları altında yazıldı. Küba sosyalizminin başarılarını bir destan yapan, bu başarıların kendisi kadar neye rağmen kazanıldıkları… Küba devriminin başarıları, soykırıma varan bir kuşatma savaşına rağmen kazanıldı ve Kübalılar bugün Obama’nın yarattığı beklentilerin aksine tüm şiddetiyle devam eden aynı kuşatmanın koşulları altında geleceklerini tartışıyorlar.
Küba’ya karşı yarım asırdır aralıksız biçimde devam ettirdiği bu savaşta ABD’nin başvurduğu araçlar ekonomik ablukadan yalana dayalı bir propaganda/medya savaşına, sabotajlardan askeri işgal denemelerine, casusluktan devlet terörüne geniş bir yelpazeye yayılıyor. Geçmişin savaş deneyimlerinden ama özellikle ikinci dünya savaşından devşirilen yöntemler hiçbir meşru zemini olmaksızın ABD tarafından uygulanıyor.
Domuzlar Körfezi fiyaskosuyla sonuçlanan hızlı imha politikası
İlan edilmeksizin yürütülen bu kirli savaş Kübalı devrimciler henüz zafere ulaşmadan başladı. ABD kendi eyaleti gibi gördüğü Küba’da Fidel ve arkadaşlarının yükselen mücadelesine tahammül edemezdi. Batista’ya her türlü destek sunuldu. Bu dönemde Küba Silahlı Kuvvetlerine 16 milyon ABD Doları değerinde askeri malzeme ve silah sağlandı ve yüzlerce Batista subayı ABD yetkilileri tarafından eğitildi. [1] Batista’nın yenilgiye uğrayacağı anlaşıldığında iktidarı devredeceği bir cunta organize edilmesi kararlaştırıldı. Devrimin zafere ulaşmasına günler kala, Aralık ayında, Eisenhower CIA yöneticisi Allen Dulles’a “asileri” yenilgiye uğratmak için düzenlenecek gizli operasyonların Ulusal Güvenlik Konseyi’ne sunulmaksızın gerçekleştirilmesini istiyordu. [2]
ABD ilk yenilgisini Küba devriminin zafere ulaşmasıyla yaşadı. Verdiği tepki karşıdevrimcilere büyük bir hoşgeldin partisi düzenlemek oldu. Fidel Havana’ya girmeden önce, devlet hazinesini yağmalayıp ABD bankalarına 424 milyon ABD Dolarını uçurmuşlardı bile. [3] Devrimin göğüslemek zorunda kaldığı ağır bir darbeydi bu. Küba ekonomisinin kendisine mutlak bağımlılığı nedeniyle ABD, Kübalıları tehdit ederek yola getireceğini umdu.
Küba Ulusal Bankası’nın Küba’nın para birimini istikrara kavuşturmak için ABD’ye yaptığı kredi talebine karşılık ABD başkanı, Küba’da rejim “istikrara kavuşmadan” Küba’nın para birimini istikrara kavuşturmanın herhangi bir yolu olmadığı yanıtını verdi.** ABD pazarında uygulanan kota sistemi dahilinde Küba’nın şeker kotasının kesilebileceğine ve diğer ekonomik önlemlere başvurulabileceğine ilişkin tehditler 1959 Ocağında dillendirilmeye başlanmıştı. [4]
ABD ikinci büyük yenilgisini Küba’da Tarım Reformu Kanunu’nun kabul edilmesiyle aldı. Büyük toprak sahiplerinin elindeki toprakların kamulaştırılmasını sağlayan Kanun, Küba’nın gücü dahilindeki miktarlarda ve vadelerde tazminatlar verilmesini de öngörüyordu. Ancak ABD ısrarla tazminatların derhal ve eksiksiz biçimde ödenmesini istiyordu ki bu istek açıkça Küba’dan imkansızı istemek anlamına geliyordu.
ABD’nin kamuoyu önünde yaptığı bu çıkışa eşlik eden iç tartışmalarında Küba’daki sosyalist iktidarı yerinden etmek için izlenecek yöntemler üç başlıkta toplanıyordu: açık ekonomik önlemler, sabotajlar ve karşıdevrimci bir timin yaratılması.
Şeker kotasının öncelikle azaltılması ve ardından kesilmesinin Küba’da işsizlik ve açlığa, Fidel’in halkın desteğini kaybetmesine yol açacağı vurgulanıyordu. Açıkça ekonomik bir savaşa ve soykırımcı bir tavra işaret eden bu tutuma şeker kamışı tarlalarına ve mevcut az sayıdaki sınai tesise düzenlenen sabotajlar eşlik ediyordu.1959 Ekimi ile Domuzlar Körfezi çıkartmasına kadar ABD tarafından elliyi aşkın şeker fabrikası ve şekerkamışı tarlası bombalanmıştır. [5]
Açlıkla tehdit edilen böylesi bir ülkeye yapılacak bir askeri müdahalenin başarıya ulaşacağını düşünüyorlardı. Ancak Küba halkı açlıkla terbiye olmayacağını Domuzlar Körfezi Çıkartmasında gösterdi, Küba devriminin kaçkınlarından yaratılan işgal kuvvetlerine kucak açmadı. Ve ABD Küba’ya karşı üçüncü büyük yenilgisini aldı.
Domuzlar Körfezi öncesinde 17 Mart 1960 tarihinde yapılan ABD Güvenlik Konseyi toplantısı ABD’nin Küba politikası açısından bir dönüm noktasıydı. Söz konusu toplantıda iki önemli belge kabul edilmişti: “Castro’ya karşı Gizli Eylem Programı” ve “Castro Rejimine karşı Ekonomik Baskılar Programı”. Bu toplantının gündem maddeleri Küba’ya karşı yarım asırdır sürdürülen ekonomik savaşın temel unsurlarını içeriyordu: Küba’nın şekeri ve diğer ürünleri için ABD pazarının kapatılması, ABD’den Küba’ya ihraç edilen petrolün ve diğer önemli ürünlerin kesilmesi, iki ülke arasındaki ticari anlaşmaların askıya alınması, Küba’ya ABD Dolarının girişini engellemek üzere turist akışının sınırlandırılması… Tartışma tüm bu başlıklarda ne kadar ileri gidileceğine ilişkindi. [6]
Bu “ekonomik önlemler” Domuzlar Körfezi’ne kadar giden daha geniş bir operasyonun, Küba devrimine dönük hızlı imha politikasının parçasıydı. Dolayısıyla “sonuna kadar” kararı alındı. Domuzlar Körfezi Çıkartmasına kadar geçen 1 yıl içinde yukarıda sıralanan “önlemlere” yenileri eklendi. Küba’ya ABD’den gemi satışının lisansa bağlanarak yasadışı ilan edilmesi, Kanada hükümetinden Küba’ya amborga uygulamasının istenmesi, belirli gıdaların ve ilaçların da Küba’ya ihraç edilmesinin lisansa bağlanmasıyla yasadışı ilan edilmesi gibi uygulamalar 1961 Martına kadar yerleşiklik kazandı. [7]
Karantina politikası
Hızlı imha politikasında fiyasko yaşayan ABD bilindiği gibi Küba devrimini kabullenmek yolunu seçmedi. Kennedy döneminde 27 Nisan 1961 tarihinde Ulusal Güvenlik Konseyi’ne sunulan “Küba Planı” karantina politikasına işaret ediyordu.
Küba’ya dönük olarak Düşmanla Ticaret Yasası’nın uygulamasını öneren plan, Küba’ya yapılan gıda ve ilaç ihracatına kesinti getirilmesini ve ekonomik sabotaj eylemlerinin arttırılmasını öngörüyordu. OAS üyesi ülkelere baskı yapılarak bu ülkelerin tekil olarak ekonomik yaptırımlara gitmesi ve bu sayede bir tür kolektif karantina yaratılması amaçlanıyordu. Vurgulanan bir diğer nokta da casusluk konusuydu. Küba halkının Castro’ya dönük tutumu konusunda toplanabilecek her türlü istihbaratın toplanması öncelikli bir amaç haline gelmişti. Yaratılan karantina ile içeride halkın iktidara verdiği desteğin altı oyulacak ve olası muhalefet odakları ABD eliyle toparlanacaktı. [8]
Bu çerçeve Mongoose Operasyonu ile mantıksal sonucuna taşındı. 3 Kasım 1961’de başlatılan Mongoose Operasyonu’nun ayırt edici niteliği açık ve gizli ekonomik önlemleri, sabotajları, askeri planları, istihbarat ve propaganda planlarını birarada içeren dört başı mamur bir kuşatma politikası olmasıydı. Uluslararası alanda Küba’nın ticaretinin engellenmesi de mantıksal ucuna taşınıyordu: abluka.
Mongoose Operasyonu kapsamında gerçekleştirilen ABD icraatları, Küba hava ve deniz alanlarının ihlal edilmesi, ABD ürünlerinin üçüncü ülkeler aracılığıyla Küba’ya girişinin engellenmesi, ABD şirketlerinin üçüncü ülkelerdeki şubelerinin Küba ile ticaretinin kesilmesine dönük yaptırımların uygulanması, Küba’dan SSCB’ye giden nikelin ulaşımının baltalanması gibi son derece geniş bir yelpazeye yayılıyordu. Bu operasyon kapsamında, ABD, 14 ay içerisinde 5.780 terörist eyleme imza atmıştır ve bunların 716’sı büyük çaplı ekonomik hedeflere yöneliktir. [9]
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından edinilen tecrübeye dayanan bu kuşatma savaşı stratejisi 1963’e gelindiğinde Küba’ya karşı “mükemmelleştirilmişti” ilan edilmemiş çünkü ilan edilmesi için hiçbir meşru sebep olmayan bir savaş kapsamında…
Sonuçta ABD’nin Küba’ya karşı yürüttüğü savaş, Soğuk Savaşın en vahşi yüzlerinden biri oldu. 80’lere gelindiğinde, Reagan Küba’ya karşı yürütülen ekonomik savaşı yoğunlaştırdı ve bu savaşa yeni bir sos ekledi: Küba’da insan haklarının ihlal edildiği propagandası. 1992’de sosyalist bloğun çözülüşünün ardından baba Bush, Toricelli Kanunu’yla Küba’ya nihai bir darbe indirmeye çalıştı. Bu kanun bildik masalı tekrarlıyor, Küba’nın değişmesi gerektiğini söylüyordu. Ablukayı bir adım daha öteye götüren kanun, Küba ile ticaret yapan ülkeleri ABD yardımlarından mahrum etmekle tehdit ediyor ve Küba’ya ticaret yapan gemilerin 180 gün boyunca ABD limanlarına yanaşmasını men ediyordu. Ayrıca ABD’den Küba’ya gönderilen ABD Dolarlarına kısıtlama getiriyordu.[10]
1996’da Clinton döneminde kabul edilen Helms-Burton Kanunu, SSCB’nin çözülüşü sonrası birkaç ayda yıkılması beklenen ama direnmeye devam eden Küba’yı daha da fazla sıkıştırdı. Bu kanunla Küba’nın söz konusu dönem itibariyle ihtiyaç duyduğu yabancı yatırım engellenmeye çalışıldı. Halen uygulanmakta olan bu kanun o denli saçmadır ki üçüncü ülkelerdeki tüzel kişileri cezalandırmayı içermektedir: “yasaya göre Küba’yla ticaret yapan herhangi bir ülkeye ait olan şirkete ABD’de dava açılabilir ve şirket yönetimi ve ailesi ABD’ye girmekten men edilebilir.” [11] Ve bu kural çeşitli ülkelerdeki çeşitli şirketlere gerçekten de uygulanmıştır. Uluslararası hukuka aykırı bu kanun hem Avrupa Konseyi tarafından hem de Avrupa Birliği tarafından kınanmıştır. Yasa ayrıca devrim sonrası ABD’ye kaçan karşıdevrimcilerin o zamanki mallarını tanımaktadır ve örneğin Kanadalı bir şirket bu mallardan birisini satın almaya kalkarsa yasaya göre mülkiyet ihlali yapmış sayılmakta ve yaptırım görmektedir.
Dünyanın en çok nefret edilen başkanlarından Bush ise yeni bin yılın “yeni dünya düzeninde” küreselleşme, sınırların kalkması, serbestleşme vs. vs. türünden liberal propagandaların en azgınlaştığı dönemde, Küba’yı tecrit politikasını, insanların yüz yüze temasını engelleme noktasına taşıdı. Bugün hala “özgürlükler ülkesi” ABD’nin vatandaşları için Küba’ya gitmek yasaktır. ABD’de yaşayan Küba kökenliler için Küba’ya, örneğin Küba’daki ailelerine ABD Doları göndermek zinhar yasaktır. Çünkü Bush’un ilan ettiği üzere Küba da “terörist devletler” kapsamındadır…
Obama’nın değişim söylemi ve Küba ile ilgili vaatlerine dayanarak Küba’nın en basit beklentilerinden birisi ABD’den Küba’ya vize sınırlamalarını gevşetmesiydi. Ancak Kübalı sanatçıların ABD’ye girişine izin verilmesi gibi birkaç sembolik adım dışında hiçbir şey yapılmadı.***
ABD kuşatmasının Küba’ya ekonomik maliyeti
Küba devriminin zaferinden bu yana her dönem yeni boyutlar eklenerek ve şiddetlenerek devam eden ABD kuşatmasının, ablukanın Kübalılar için yaşamın her alanında devasa maliyetleri oldu.**** Küba tarafından yapılan hesaplamalara göre Küba şimdiye kadar abluka nedeniyle en iyi tahminlerle 154 milyar Amerikan Doları zarara uğradı. Bu hesaplamada yıllar içinde değişen enflasyon oranları ve altın fiyatları da göz önünde bulundurulduğunda, ablukanın Küba’ya maliyeti 751 milyar Amerikan Dolarını aşıyor. [12]
Kübalıların günlük hayatına şöyle bir bakmak bu kuşatmanın Küba’ya etkisinin ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Ablukanın özellikle gıda ve ilaç konusunda yarattığı sıkıntılar bir soykırım politikasını gözler önüne seriyor.
Mayıs 2009 ile Nisan 2010 arasında sağlık alanında ablukanın Küba’ya maliyeti 15 milyon 200 bin Amerikan Doları olmuştur. [13] ABD’den ilaç, cihaz ve diğer tıbbi malzeme, teknoloji ve bilimsel ve tıbbi bilgi alımını yasaklayan abluka nedeniyle tedavisi mümkün olan bazı hastalıklar Küba’da tedavi edilemiyor. Tedavisi mümkün olmayan bazı hastalıklarda hastanın acısını hafifletmeyi mümkün kılan araçlar Küba’da bu nedenle kullanılamıyor. Hasta ve yakınlarının ve aynı zamanda Kübalı sağlık çalışanlarının fiziksel ve psikolojik olarak zarar görmesine neden olan bu durumu kısa vadede aşmak için Küba, üçüncü ülkelerden veya üçüncü ülkeler kanalıyla ABD’den tıbbi malzeme almaya çalışıyor. Ancak bu söz konusu tedarikleri çok pahalı hale getiriyor ve pek çok kez hayatların yitirilmesine neden olan gecikmelere neden oluyor. Uzun vadede ise kendi üretimini genişletmeye çalışıyor.
Gıda alanında da ablukanın etkileri geniş bir alana yayılıyor. Küba SSCB’nin çözülüşü sonrası adeta kıtlık çekmiş bir ülke. Gıda konusunda bugün hala kendine yeter bir ülke olmaktan uzak. ABD insani amaçlı istisna kapsamında Küba’ya belirli düzeyde gıda ithalatına izin veriyor. Ancak ihracatçıların lisans elde etmesi sırasında işleyen sürecin zorluğu ve uzunluğu, ticaret tarafları üzerindeki seyahat engelleri, bürokratik engellemeler nedeniyle ortaya çıkan ek depolama maliyetleri süreci son derece zorlaştırıyor. Aynı zamanda bu ticaretin lisans elde edebilen Amerikalılar tarafından tek taraflı yapılabiliyor olması ve bu nedenle Küba’ya yanaşan gemilerin ulaşım maliyetlerini katlayan şekilde boş dönmesi de süreci zorlaştıran faktörlerden birisi. Küba tarafından tarım alanında ABD’den yem, gübre ve ilaç alımı da elbette mümkün olmuyor. Gıda ve tarım alanında Küba’dan diğer ülkelere yapılacak ithalatı engellemek için ABD her türlü uluslararası ticaret kuralını da çiğniyor.
Öte yandan Küba sağlık alanında elektrik kesintilerinin ve tarım alanında akaryakıt eksikliğinin yarattığı ek zorluklarla baş etmek zorunda. ABD ile her türlü kültürel, bilimsel ve eğitim amaçlı etkileşimi engellenmiş durumda. Ve “totaliter” Küba rejiminin aksine bu etkileşimi engelleyen taraf, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” dediği varsayılan ABD!
ABD savaşı sürdürmeye devam ediyor
Ağırlık noktası ve şiddeti, geride bıraktığımız yarım asır boyunca çeşitli dönemlerde şu ya da bu ölçüde değişse de, ABD tarafından inatla sürdürülen bu kuşatma savaşının her bir unsurunun bağlandığı nihai amaç başından beri aynı: Küba devrimini boğmak. Dostlardan gelen “ABD’nin burnunun dibinde…” sözcükleriyle başlayan övgülere yanıt düşmanlardan gelen “ABD istese…” sözcükleriyle başlayan değersizleştirme girişimleri bu açıdan tümüyle geçersiz. Çünkü ABD istedi. Küba devrimine başından beri histerik bir biçimde yaklaşan ABD, Küba halkının iradesini kırmayı fazlasıyla istedi. Ne var ki başarısız oldu.
Özellikle SSCB’nin çözülüşü sonrası Küba’nın yaşadığı büyük zorluklara ve en başta ABD’ye rağmen ayakta durmaya ve direnmeye devam etmesi ABD’nin Küba politikasını ABD içinde bile gayri meşrulaştırdı. Küba’nın terörist olduğunu söylemek Bush kadar aptal bir devlet başkanının yapabileceği bir işti gerçekten, ama Bush’un aptallığı kadar ABD’nin Küba konusundaki çaresizliğini de gösterdi.
Küba bugün diplomatik olarak neredeyse tüm ülkeler tarafından tanınıyor. Birleşmiş Milletler’de neredeyse tüm ülkelerden ABD ablukasının son bulması çağrısına defalarca destek oyu aldı. Yapılan en son seçimlerde destek oyu vermeyen yegane iki ülke ABD ve İsrail’di. ABD’nin tüm çabalarına rağmen Küba, Avrupa ülkeleriyle şu ya da bu ölçüde iktisadi ilişkiler geliştirdi. Çin’le ve Rusya’yla benzeri ilişkiler geliştirdi. Geçen yüzyılın önemli bir bölümünde tecrit edildiği Latin Amerika coğrafyasında Venezuela’nın başını çektiği yeni devrimci dalga Küba’ya bir ölçüde soluk alma alanı sağladı.
Ancak bütün bu gelişmelere karşın Küba, ABD’nin hedef tahtasında duran başı dik ama küçük ve yoksul bir ülke olmaya devam ediyor. Küba, tarihte başardığı eşsiz direnişi bu yeni koşullar altında da sürdürebilmek için iktisadi alandaki bağımsızlığını daha fazla güvence altına almak mecburiyetinde. Küba ekonomisinde son dönemde atılması planlanan adımlar hem emperyalist kuşatmanın yarattığı dönemsel zorunluluğun, hem de Küba halkının geçmişten taşıdığı büyük özgüven ve kararlılığın damgasını taşıyor.
Esin Saraçoğlu
Notlar:
* Küba’nın gündeminde olan ekonomik reformların arka planını anlamak üzere Bizim Amerika’da yayınlanmaya başlayan yazı dizisinin önceki yazıları için bakınız:
– “Özel Dönem” öncesi Küba ekonomisi, http://haber.sol.org.tr/bizimamerika/ozel-donem-oncesi-kuba-ekonomisi-35035, 26 Ekim 2010.
– Yarı sömürge ekonomisinin Küba devrimine mirası, http://haber.sol.org.tr/bizimamerika/yari-somurge-ekonomisinin-kuba-devr…, 20 Ekim 2010.
– Küba için kaygılanmak, http://haber.sol.org.tr/bizimamerika/kuba-icin-kaygilanmak-34653, 18 Ekim 2010.
** “Küba tarafından atılması gereken adımlar” bugün hala Obama döneminde de ABD’nin yetkili ağızlarından düşmüyor. ADB’den tek talebi tek taraflı olarak ve gayri meşru bir biçimde kendisine açtığı savaşı sonlandırması olan Küba ise kendisinin herhangi bir adım atması beklentisinin iç işlerine karıştırmaktan başka bir anlam taşımadığını yinelemeye devam ediyor.
*** Obama’nın Küba politikası konusunda güncel bir yazı için bkz. http://haber.sol.org.tr/bizimamerika/abdnin-kuba-politikasi-degisti-mi-2….
**** Küba Dış İşleri Bakanı Bruno Rodríguez Parrilla tarafından geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu’nda yapılan ve “Amerika Birleşik Devletleri’nin Küba’ya uyguladığı ekonomik, ticari ve finansal ambargonun sona erdirilmesi gerekliliği” başlığını taşıyan konuşma, söz konusu maliyetlerin anlaşılması açısından çarpıcı. Bu konuşma metninin tamamı için bkz. http://haber.sol.org.tr/bizimamerika/abluka-sona-erdirilmelidir-35196.
Kaynaklar:
[1] Andrés Zaldivar Diéguez, 2007, Blockade: The longest economic siege in history, Capitan San Luis Publishing House, Havana, s. 58.
[2] age, s. 60.
[3] age, s. 38.
[4] age, 39-40.
[5] age, s. 37.
[6] age, s. 68.
[7] age, s. 70-73.
[8] age, s. 75.
[9] age, s. 15.
[10] Yiğit Günay, 4 Haziran 2009, “Küba’ya Karşı ABD Ablukası: Nedir?”, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yigit-gunay/kubaya-karsi-abd-ablukasi-n….
[11] age.
[12] “Cuba vs Blockade 2010”, http://www.cubavsbloqueo.cu/Informe2010/InformeIngles/indexing.html.
[13] age.