Müzikte politikanın politikada müziğin yerini örneklerle anlamaya ve anlatmaya çalıştığım bir sunumda iki farklı Enternasyonal izletmiştim. İlkinde binlerce kişi, tek bir enstrümanın yol göstericiliği olmaksızın, hep bir ağızdan söylüyordu bu hiç eskimeyen ve eskimeyecek ezgiyi. Sovyetler Birliği’nde bir Kongre’nin açılışıydı, detone olan yoktu, koşturanlar ve geride kalanlar da, tek sesle ve büyük bir ciddiyetle haykırıyorlardı, “bu kavga en sonuncu kavgamızdır…” Sonra daha yakın zamanlardan bir görüntü, kollarını birbirinin omzuna atarak, güle oynaya ama eserin hakkını vermeyi ihmal etmeyerek diyorlardı ki “Enternasyonalle kurtulur insanlık…” Raul abisinin kolundan muzipçe tutuyor, el ele omuz omuza… Küba Komünist Partisi’nin 6. Kongresi, Fidel’in “bu salonda son kez birlikteyiz” dediği 7. Kongre’den bir öncesinde.
İzleyenlere “hangisi daha güzel” diye soruyorum, cevabını bildiğimden değil, hâlâ bilmiyorum, gelecekte de öğreneceğimi sanmıyorum.
Mesele bir şarkı söylemenin ötesinde, bunu biliyorum işte.
İki farklı siyaset iklimi.
Fidel’i uğurlamak için Havana’da düzenlenen devasa mitingin başlamasını beklerken bunları düşünüyorum. Saatler öncesinde doluyor Devrim Meydanı, bildiğiniz halk, tek tek en fazla üçer beşer geliyorlar. Askeri öğrenciler geçiyor, bizim için ayrılan tribünün önünden. Sıra yok, düzen yok, üniformaları olmasa, cıvıl cıvıl liseliler işte… İster istemez yine Sovyetler Birliği ile karşılaştırıyorum, ip gibi dizili, mutlak bir uyumla yerlerini alırlardı muhakkak. Birinde güç vardı tamam, peki öteki zayıflık belirtisi miydi?
Hava iyice kararıyor, meydana gelen caddelerde de muazzam bir kalabalık var, havada zeplin gibi bir şey ama küçücük dolanıyor, ardından bir tane daha… Yanımdaki Kübalı parti yetkilisi gülerek açıklıyor, “bunlar prezervatif”… Balon yokluğunda bunu icat etmişler, “sen ne yapıyorsun” diyen yok, zaten ortada kötü niyet filan da yok, tersine… Ben de gülümsüyorum, söz gelimi Brejniyev’in cenazesinde böyle bir şey olsa… Olamazdı.
Hangisi doğrusu?
Sonra sloganlar patlıyor, askeri nizam değil ama en az o kadar militan, gidiyoruz geliyoruz üç sözcük öğrenemedik İspanyolca, nedir diye soruyoruz, “gökteki tek yıldız Fidel” diyorlarmış. Evet ılık Havana akşamında gerçekten tek ama tek bir yıldız var, farkına varmış, bağırıyorlar. Kurgu yok, hazırlık yok! Ve en güzeli “ben Fidelim” sloganı; “hepimiz filancayız”dan farklı, herkes kendi adına, kendisiyle bağ kurduğu Fidel’e işaret ediyor. “Ben” sözcüğünden nefret ederim, burada cuk oturuyor, kimse “biz”in arkasına sığınmıyor.
Konuşmalara geçiliyor, konuk devlet başkanları kürsüden hitap etmeye başlıyor. Gerçek dostları, sahteleri, sevmeyenleri, sırayla saygıyla anıyor Fidel’i. Gelse bizimkisi de konuşacaktı protokol gereği. Düşüncesi bile ürpertiyor içimi, “sizinkisi de devrim mi” dediğini hatırlıyorum Raul’a, kızarıyorum ülkem adına…
Güney Afrika ve Namibya Devlet Başkanları “bizim oralara bir şeyler almak için gelmeyen tek güç Kübalılardı” diyor ırkçı Güney Afrika rejimine karşı Angola’nın yanında savaşan Kübalı gönüllülerden söz ederek… “Geldiler, dönerken ne elmaslarımızı ne altınlarımızı götürdüler, yanlarına aldıkları yoldaşlarının cansız bedenleriydi sadece…”
Fidel de böyle demişti…
Şimdi onu anlatıyordu insanlar kürsüden ve saatler saatler saatler geçiyordu, acaba diyordum kalabalık azalır da Raul’un payına yorulmuş, seyrelmiş bir kitle mi düşer? Kimsenin ilgisi kaybolmadı, alkışlar da laf olsun diye değildi, beğenmediklerine tepki bile vermediler, samimi, gerçek olanı bağırlarına bastılar, en çok da Maduro’yu.
Bu kez kendi ülkemizle kıyasladım, konuşmalar başladığında herkesin bir tarafa sığındığı anlamsız mitingleri, dinlemeyen-dinletmeyen bir siyaset kültürünü… Hangisi daha iyi diye sormadım bu kez, nesini soracaktım!
En kısa Raul konuştu, üzgün, kararlı…
Ertesi gün, Fidel’in külleriyle birlikte Santiago de Cuba’da sonlanacak uzun bir yolculuğa çıkacaklardı.
Ramon Balaguer, Fidel’in Siera Maestra dağlarından beri yoldaşı, dostu, şimdi Uluslararası İlişkiler Sorumlusu, “izlenimin nedir” diye soruyor. “Böyle bir arkadaşım olsun isterdim” diyorum. Hüzünleniyor.
Fidelsizliğe hazır Küba, bu çok açık. 2006’da böyle değildi, on yıl kazandırdı ülkesine. Özel sektörün teşviki, yabancı sermaye yatırımları filan… Bu on yılda atılan geri adımlar evet bunlar var. “İsteyerek” ya da “doğrusu budur” diye yapmadıklarını vurguluyorlar. “Bize kalsa, tüm ekonomi devlet mülkiyetinde toplanır”…
Ama onlara kalmıyor, şimdilerde Kübalılar her şeyi yitirmeden devrimi korumanın yollarını arıyor. Başarırlar mı?
Sovyetler Birliği’nde çözülüş sırasında “doğrusu budur” diyorlardı; “gerçek sosyalizm budur”! Küba’da kimsenin böyle bir iddiası yok, söyledikleri şudur: “İdeal olanı değil mümkün ve yolumuza devam etmemizi sağlayacak olanı uygulamaya çalışıyoruz.”
Hangisini tercih ederdiniz?
Moskova’dan Havana’ya uçarken yanımda genç bir Kübalı gazeteci oturuyordu. Prensa Latina ve Tele Sur adına Çin’de muhabirdi. Yol boyunca kitap okudu, bir şeyler karaladı, düzgün, kafası çalışan biriydi besbelli. Sonra mitingi sordum, başlama saatini… “Ne mitingi” diye karşı sorusu geldi. “Castro” dedim, cenaze… Umursamaksızın “gömmüşlerdir çoktan” diyen bu gençte düşmanlık filan yoktu, dehşete düşürücek bir kayıtsızlık yansıyordu yüzüne. Buna daha önce defalarca tanık olmuş, en olmadık yerlerde rastlamıştım. Kübalı aydınların bir bölümü ile 1980’lerde Sovyetler Birliği’nde sosyalizmden kopan eğitilmiş genç kuşaklar arasında ciddi benzerlik vardı.
Fark ise…
Sovyetler Birliği’nde bir karşı ağırlık neredeyse kalmamıştı. Oysa Küba’da, bundan birkaç yıl öncesine göre çok daha güçlü ve zorlukların bilincinde olan bir partinin, daha uyanık ve diri halk kesimleri varlığından kuşku duyulamaz.
Küba’da kıyasıya ama örtülü bir mücadele sürüyor. “Muhalefetle” iktidar arasında değil bu mücadele. Küba’da muhalefet, arkasından CIA’yi çekin, etkisiz eleman. Asıl sorun, toplumun içten içe devrim süreciyle bağını koparan kesiminde. Sosyalist ekonomide açılan delikler bu kesimi gerçek bir tehdite dönüştürecektir. Şimdilik kayıtsızlıkla özetleyelim bu kesimin ruh halini. Halbuki biz sosyalist kuruluşun iradi çabalar ve gelişkin bir toplumsal duyarlılık olmaksızın başarısızlığa mahkum olacağını çoktan öğrenmiş bulunuyoruz.
Küba Komünist Partisi bunun farkında.
Başarırlar mı?
Şimdiye kadar hep başardılar.
İklimi filan boş verin; Sovyetler Birliği’ndeki o “ciddi”, “donuk” görüntünün ardında bir derinlik vardı; büyük başarılara imza attılar yıllar boyu. Yenildilerse mücadele etmeyi unuttukları, kanıksadıkları içindi.
Yarın Küba duvara toslarsa eğer, birilerinin çıkıp “öyle dans ederek olmuyor bu işler” diyeceğinden eminim.
Enternasyonal her türlü güzel; yeter ki bir mücadelenin ezgisi olduğu unutulmasın. Unutanlar kaybediyor çünkü.
Fidel Castro Ruz… İşte o hiç unutmadı.
Kemal Okuyan
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/fideli-ugurlarken-hangisi-daha-iyi-177714